Eşcinsellik doğuştan mı?..

14.05.2009 akşamı Reha Muhtarın yönettiği ve eşcinselliğin tartışıldığı bir programda, https://blog.uni-koeln.de/saltuerk/files/2011/05/136.jpg?w=102konukların, konu hakkında bilgi sahibi olmadan tartışmaları, benim bu makaleyi yazmama sebeb oldu
Yazmış olduğum bu makale kamuoyunu bilgilendirmek amacı ile yazılmış olup, Reha Muhtar tarafından 15.05.2009 tarihli Vatan gazetesinde yayınlanmıştır. 


Herkes sadece Ali Bulaç’ın üzerinde tam tam çalmakta, oysa Çok Farklı programına katılan diğer konuklardan bazıları da “Eşcinsellik toplumda özendiriliyor… Sonradan olma homoseksüeller ortalığı kaplayacak…” mealinde konuşmalar yaptılar…

Bu konu Bülent Ersoy konusunun ötesinde de önemli…
Cemil İpekçi, Ali Bulaç’la konuşurken “sonradan olma homoseksüellik diye bir şeyin olmadığını” söyledi…
Ama programın o ateşli atmosferinde bu sözler kayboldu gitti…

Köln Üniversitesi Genetik Bölümü’nde görevli okuyucum Mehmet Saltürk “gayet bilimsel” bir mail gönderdi bana dün… Eşcinsellik doğuştan mı, yoksa kültürel şartlarla gençlerin sonradan özenmesiyle olabiliyor mu sorkusunu bilimsel verilerle yanıtlıyor…

Eşcinsellikte su ana kadar kabul edilen teori Sigmund Freud’un tanımıydı” diyor, “Bu kurama göre eşcinsellik, erkeklerde koruyucu bir anne ve ona uzak duran bir babadan tetiklenen bir durumdu… Ancak bunun tamamen yanlış olduğu ortaya çıktı günümüzde” diye açıklıyor…

Peki nereden kaynaklanıyor eşcincellik:
İşte Köln Üniversitesi Genetik Bölümü’nun uzmanlarından Mehmet Saltürk’ün açıklaması…

***

“Eşscinselliğin, erkek çocukların doğum sırası ile ilgili oldugu artık neredeyse kesin gibidir.
Her erkek çocuğun doğumu, kendisinden sonra doğacak erkek cocugun eşcinsel olma ihtimalini yaklasik olarak % 3 – 4 oranında artırmaktadır.

Daha önce erkek çocuğa hamile kalmış, bir anne, doğuracağı yeni bir erkek çocuğun eşcinsel olma ihtimalinin kuramsal olarak ilk erkek çocuğa göre daha fazla olduğunu bilmelidir…

***

Erkek embriyo Y kromozonundaki üç adet Gen Anti-müller hormonu şifreler…
Anne de buna karşı Histocombatibliyt antikoru olusturur…
Annenin her erkek çocuğa hamileliğinde vücudundaki Histocombatibilyt antikorunun konsantrasyonu artar...

Annenin oluşturduğu Antikor erkek çocuk embrosunun beyninin erkekleşmesini engeller.
Genital olarak erkektir ama beyinsel olarak erkekleşemez…
Bu onların diğer erkeklerden hoşlanmasını, kadınlara karsı ilgisiz kalmasını sağlar…”

***

Mehmet Saltürk’ün açıklaması ne söylüyor?..
Genetik olarak annenin koruyucu amaçla salgıladığı Antikor’un konsantrasyon oranının artması durumunda erkek çocuk embriyosunun erkekleşmesinin engellendiğini söylüyor…
Bu durumlarda kişi genital olarak erkek, beyinsel olarak “erkekleşmemiş” oluyor…

Bunu uzun uzadıya aktarmanın nedeni ise başka:
Türkiye’de muhafazakarlık ya da dincilik adı altında, “homoseksüellik palazlanıyor… Özendirilerek gençlerin gay olmasına yol açılıyor…” diye bir propaganda yapılmakta…
Propaganda sadece propaganda olarak kalsa iyi, oysa bunun üzerinden kısıtlamalara ve hedef göstermelere kadar varıyor işler…

***

Eşcinsellik, dünyadaki her toplumda, her sosyal grupta, her din, her kültürde aşağı yukarı aynı orandadır… “diyor Mehmet Saltürk
“Kimi toplumlarda çok, kimilerinde az görünür olması, aslında sadece toplumun eşcinselliğe toleransı ile ilgili bir durumdur.
Yani oran aynıdır…
Ama bazı toplumlar eşcinsellere cok büyük bir “mahalle baskısı” uyguladığından, eşcinselliğin o toplumlarda az görünen bir durummuş gibi algılanmasına neden olurlar… “şeklinde son veriyor mail yoluyla gönderdiği makalesine…

Makaleden çıkan sonuç şu ki, homoseksüellik öyle özendirmeyle, bezendirmeyle çıkmıyor ortaya…
Varolan şey toplumdaki duruma göre ortayşa çıkıyor veya gizli gizli devam ediyor…
Hayatta insanların yaşam biçimlerinin özgürlüğünü savunmak ” demokratlığın olmazsa olmaz “ koşulu…

Ben isterdim ki, her konuda bireyin yaşam hakkını, giyim hakkını, inanç hakkını savunan ” demokrat “ beyinler, bilimsel veriler ışığında herkesin cinsel ayrımına da aynı saygıyı gösterebilsin…

Darbecilik berbat da…
Irkçılık, faşizm, insanlara nefret aşılama, kadınlara, cinslere, etnisitelere göre ayrımcılık berbat değil mi yoksa?.

http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?Newsid=238431&Categoryid=4&wid=136       

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Kaynak

H-Y Antigen and Homosexuality in Men

Journal of Theoretical Biology Volume 185, Issue 3, 7 April 1997, Pages 373-378

 Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Meme kanserine karsı aşı

http://saltuerk.files.wordpress.com/2011/05/f3-large.jpg?w=145

Amerika kanser araştırma enstitüsü tarafından, meme kanserinin HER2 positive breast cancer forum denilen formuna karşı bir aşı geliştirildi. Enstitü tarafından yapılan açıklamada çok agresif olan bu kanser formunun geliştirilen bu aşı sayesinde geriye dönüşü olmayacak şekilde yok edildiği belirtildi.

Yapılan açıklamada aşının şimdilik fareler üzerinde uygulandığı ama sonuçların gelecek için umut verici olduğu bildirildi.

HER2 positive breast cancer forum, tüm meme kanseri tipleri içerisinde % 20’si ile % 30’nu  oluşturmaktadır.

ilk yayınlanma tarihi :15. September 2008 14:49

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

DNA Vaccination Controls Her-2+ Tumors that Are Refractory to Targeted Therapies

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Biyonik göz

17-21 2009 Ekim tarihleri arasında Chicago’da yapılan Neuroscience 2009 konferansında, Kaliforniya 

http://saltuerk.files.wordpress.com/2011/05/image002.jpg?w=300

üniversitesi’nden Robert Aramant ve çalışma grubu retinaya bağlı körlüğün, kök hücre ve elektronik yardımı ile giderilebildiğini duyurdu. Yapılan duyuruda hastaların, gözlüğe monte edilmiş özel kamera yardımı ile tekrar görme yeteneğine kavuştukları belirtilmiştir.

Teknik özetle şöyle çalışıyor

  1. Gözlükte bulunan kamera yardımı ile alınan görüntüler göz merceğinin arkasına yerleştirilmiş alıcıya video sinyalleri olarak gönderiliyor.
  2. Alınan video sinyalleri, gözün Makülar denen kısmına yerleştirilen mikroçipe geliyor.
  3. Mikroçip in arka kısmına rastlayan ve daha önce bir sebeple zarar görmüş ve özelliğini kaybetmiş retina hücreleri kök hücre ekimi sayesinde tekrar faal duruma getiriliyor.
  4. Mikroçip den alınan video sinyalleri yeni kök hücrelere geliyor ve bunlar sayesinde beynin görme ile ilgili kısmına iletiliyor.

Bildiride, göze yerleştirilen 60 elektrod ve milyonlarca kök hücre sayesinde, hastaların belirli bir süre sonra email yapabildikleri ve büyük yazıları okuyabildikleri belirtiliyor

ilk yayınlanma tarihi :2. November 2009 17:05

Mehmet Saltürk

+++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

http://www.npr.org/templates/story/story.php?storyId=113968653

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Progesteron hormonu hasarlı beyin hücrelerini onarıyor.

Klasik tedavi metotlar zarar gören beyin hücrelerini onarmakta yetersiz kalıyor. Progesteron* hormonu ile yapılan araştırmalar bu hormonun beyin hücrelerini onarmada çok başarılı olduğunu gösteriyor.

Atlanta üniversitesinden David Wright ve ekibinin 17 değişik merkezde 1140 hasta ile yaptığı bir araştırma, beyni zarar gören hastalara hasarın başladığı ilk 4. saatten itibaren 4 gün boyunca hasarlı bölgeye progesteron hormonu enjekte edildiği takdirde hasarlı beyin hücrelerinin onarıldığını gösteriyor.

Progesteron hormonunun nasıl çalıştığı şimdilik pek iyi bilinmiyor ancak bu hormonun iltihaplanmayı ve sinir hücrelerinin birbirine zarar vermesini engellediği yapılan ilk gözlemler arasında.

Progesteron*: Kadınlarda cinsel organın ve göğüslerin gelişmesinde rol alan bir hormondur.

Mehmet Saltürk

+++++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
+++++++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Traumatic Brain Injury and Aging: Is a Combination of Progesterone and Vitamin D Hormone a Simple Solution to a Complex Problem?

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Okyanus zemininde yaşayan bakteriler kendi enerji ağlarını oluşturuyorlar

Okyanus zemininde yaşayan bakteriler ile zeminden 20 metre derinde balçık çamur içerisinde yaşayan bakteriler, kendi aralarında oluşturdukları özel bir enerji ağı sayesinde hayatta kalabiliyorlar.

 Okyanus tabanının durumu

  • Okyanus zemini oksijen bakımından zengin, mineral bakımından fakirdir.
  • Okyanus zeminden 20 metre derinde balçık çamur ise mineral bakımından zengin, oksijen bakımından fakirdirler. Hatta bu derinlikte hiç oksijen bile olmayabilirler.

Oykyanus zemini ile zeminin derinliklerinde yaşayan bakteriler hayatta kalabilmeleri için hem oksijene hem de minerallere ihtiyaç duyarlar.

İki konumda bulunan bakterilerin normalde hayatta kalmaları mümkün değildir, Çünkü zemindeki bakteri ler besine, derinliklerdeki bakteriler oksijene ihtiyaç duyarlar.

Peki bu iki olumsuz ortama rağmen bakteriler nasıl hayatta kalabiliyorlar ? Cevap basit. Simbiyoz yaşam yani ortaklaşa yaşam ile.

Ortaklaşa yaşam nasıl gerçekleşiyor?

Cevap: Electrochemical oxygen reduction yolu ile. Okyanus zemininin derinliklerindeki çamur içerisinde bulunan bakteriler ile zemin yüzeyinde bulunan bakteriler ortamda bulunan metal ve elektronları kullanarak aşağı doğru oksijen, yukarıya doğru mineral taşınmasını sağlayarak her iki noktada da hayatta kalıyorlar.

Bakterilerin, ortamda bulunan metal ve elektronları nasıl kullandığı tam olarak anlaşılmamakla birlikte, bunun biyolojide devrim niteliğinde bir keşiflerden biri olduğu kesin.

Not: Bakteriler için 20 metrelik mesafe çok uzun bir mesafedir. Daha açık bir örnekle söyleyecek olursak, bu mesafe biz insanlar için 20 km karşılık gelmektedir.

ilk yayınlanma tarihi :27. Februar 2010 22:32

Mehmet Saltürk

+++++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
+++++++++++++++++++++++++++++++

 Kaynak
 

Electric currents couple spatially separated biogeochemical processes in marine sediment

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Mutluluk Geni: 5-HTTLPR

Serotonin (5-hidroksitriptamin 5-HT), endokrin sisteminin önemli hormonudur. Bu hormon bize mutluluk, canlılık, zindelik hissi vermesinin yani sira vücut ısısı, kan basıncı, iştah, sindirim ve daha birçok metabolik faaliyeti düzenlemede de kilit rol oynar. Eksikliği durumunda, depresyon, yorgun, keyifsizlik, saldırganlık, iştah artışı, extrem durumlarda ise intihara kadar varabilen ciddi vakalara sebep olabilmektedir.

Vücudumuzda serotonin üretimini kontrol eden birçok gen vardır. 5-HTTLPR geni de bu genler den biridir. Bu geni özel yapan ise bir uzun bir de kısa formunun bulunması.

F3.medium

Uzun ve kısa formu ile mutluluk arasındaki ilişki

İngiltere’de Essex üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmada, 5-HTTLPR geninin uzun formuna sahip kişilerin kısa formuna sahip olanlara göre günlük stres ile başa çıkma konusunda daha başarılı olduğunu ortaya çıkarıldı.

97 kişi ile yapılan bu araştırmada deneklere bilgisayar ekranından pozitif ve negatif çağrışım yapacak resimler gösterilerek ilginin hangi resimlere yoğunlaştığı gözlendi.

Sonuç

5-HTTLPR geninin kısa formuna sahip olanlar daha fazla negatif resimler ile ilgilenirken, geninin uzun formuna sahip olanlar pozitif resimler ile daha fazla ilgilendi.

İlgi çeken bir ayrıntı: 5-HTTLPR geninin, bir anneden ve bir de babadan olmak üzere iki adet kopyası bulunur. Deneklerin yapılan genetik incelemelerinde, sadece pozitif resimlerle ilgilenen ama hiç negatif resimlerle ilgilenmeyen 16 denekte bu genin iki kopyasının da uzun formundan bulunduğu tespit edildi.

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Looking on the bright side: biased attention and the human serotonin transporter gene

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

İnsülin tedavisine karşı alternatif tedavi: LEPTiN

Diyabet hastalarının vücudu insülin hormonu üretemez veya yeterli üretemez. Bu durum Diyabet tip-1 hastalarında daha da vahimdir.

Diyabet tip-1 hastaların bağışıklık sistemi kendi pankreas hücrelerini tahrip ederek insülin üretemez hale getirir. Bu bir anlamda vücudun mikro düzeyde intiharı anlamına gelmektedir ki, bu durum aynı zamanda organlar için de büyük tehlike oluşturur. Diyabetin ileri aşamaları böbrek yetmezliği, kol ve bacakların amputasyonlari gibi çok dramatik sonuçlara sebep olabilmektedir.

Diyabet hastalarına dışarıdan insülin enjekte edilerek vücudun insülin ihtiyacı karşılanmaya çalışılır. Dışarıdan insülin takviyesinin bir takım zorlukları vardır. Bu zorlukların en önemlisi verilen dozun iyi ayarlanamamasıdır.leptin

Leptin hormonu

Leptin hormonu iştahı kesen bir hormondur. Leptin, Leptin, glikozun kana verilmesine sağlayan glukagon hormonunu bloke ederek kandaki şekerin dengede kalmasını sağlar. Leptinin en önemli özelliği, yan etkisinin olmaması ve iştahı keserek kişinin zayıflamasına sebep olmasıdır.

Hayvan deneyi başarılı

Leptin, diyabet hastası farelere uygulanmış ve başarılı sonuçlar elde edilmiştir. Bu sonuçlar ışığında gelecekte diyabet hastalarına insülin ve leptin karışımı tabletlerler verilerek kan şekerinin daha dengeli bir seviyede tutulması hedefleniyor.

Leptin pahalı bir hormondur bu yüzden yaygın tedavide uygulaması şimdilik pek mümkün görünmüyor gibi ama geçmişte aynı zorluk insülin üretiminde de vardı. İnsülin hayvanların pankreasından extrakt edilerek çıkartılıyordu ama daha sonra gen teknolojisinin gelişmesi ile birlikte, bakteriye transfer edilen insülin geni*, insülin üretimi maliyetini önemli ölçüde düşürmüştür.

  • Bir görüş: Leptin de aynı yöntemle yakın bir gelecekte çok ucuza üretilebilir.
  • İnsülin geni (INS)*: 11. kromozomda bulunur ve 9 değişik varyasyonu bulunur.

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++++++

 Kaynak

Leptin therapy in insulin-deficient type I diabetes

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Alzheimerde bir sır daha çözüldü.

Bilindiği gibi β-Amyloid plakları beyinde sinir hücreleri üzerinde birikerek alzheimer hastalığına sebep olmaktadır. Hastalığın erken safhasında, yakın geçmişle ilgi hafıza kaybı, ilerleyen safhalarında sıkça görülen unutkanlıklar, son safhasında ise tanıma

fonksiyonlarında bozukluklar başlar. Şimdiye kadar plak oluşumundan önceki safha  pek bilinmiyordu. Bu konuda bilinen sadece β-Amyloid-Peptidlerin plak oluşturduğu ve buna bağlı gelişen bazı aşamalardı.

Presenilin proteini

Şu ana kadar Presenilin proteini hakkında da pek fazla bilgi sahibi değildik, Bu konuda bilinenler sadece ismi ve plak oluşumuna katıldığından ibaretti. Presenilin plak oluşumuna nasıl katıldığı, fonksiyonun neler olduğu pek bilinmiyordu. Çünkü standart metotlar Presenilin yapısını ortaya çıkarmaya yetmiyordu. Oysa bir proteinin standart metotlarla yapısının anlaşılabilmesi için suda çözünür ve yeterli miktarda olması gerekliydi. Presenilin de bu iki özellik de yok.

http://saltuerk.files.wordpress.com/2011/05/unbenannt1.jpg?w=300

Kısmen hücre zarının içinde, kısmen de dışında bulunan bu proteinin yapısı ancak bilgisayar programları yardımı ile kısıtlı olarak çıkarılabiliyordu.

Goethe Üniversitesi ve Frankfurt İnstitute of Molecular Life Sciences den bir ekip önce bu proteinini laboratuvarda yeterli seviyede üretmeyi başardı daha sonra bu proteinin 3D yapısının nasıl olduğunu NMR-Spektroskopi yöntemi ile ortaya çıkardı.

Amyloid  Precursor-Proteini (APP)

Öncelikle şunu bilmek gerek : Hem β-Amyloid proteini, hem de  Presenilin proteini, Amyloid  Precursor – Proteini (APP) adındaki bir öncü  proteinin iki ayrı parçasıdır. Bu Proteinin sonu, yani C-terminale Domäne Presenilin hücre içinde, β-Amyloid hücre dışında, geri kalan kısmıda hücre zarının  içinde bulunuyor.

Alzheimer hastaları ve sağlıklı insanda durum nedir ?

Eğer kişi sağlıklı ise: Amyloid  Precursor-Protein (APP) hücre zarının içinde bozulmadan kalır. Çünkü bu proteini kesecek olan Proteinase enzimi ortamda su bulunduğu takdirde çalışmakta.

Eğer kişi Alzheimer ise: Yapılan son araştırmalar, Alzheimer hastalarının beyin hücrelerinin hücre zarında su bulundurduğunu ortaya koydu. Bunun anlamı şu: Ortamda su  olduğu için Proteinase enzimi, aktif hale geçerek, öncü protein Amyloid  Precursor-Proteini (APP) keser ve böylece Amyloid hücre zarının dışına çıkarak önce ß-Amyloid-peptidi sonrada ß-Amyloid plaklarını oluşturur.

Mehmet Saltürk

+++++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
+++++++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Structural investigation of the C-terminal catalytic fragment of presenilin 1

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Kanserin şifresi çözülüyor

Sık rastlanan cilt ve akciğer kanserinin genetik kodu çözülüyor. İnternational Cancer Genome Consortium tarafından organize edilen devrim niteliğindeki bu araştırma bittiğinde, kişinin kanser riski taşıyıp taşımadığı tümör daha henüz ortaya çıkmadan genetik bir test ile öğrenilebilecek.

http://saltuerk.files.wordpress.com/2011/05/cancer-genome.jpg?w=230

İnternational Cancer Genome Consortium adlı kuruluş insanlarda görülen kanser tiplerini ve bunlara sebep olan genleri belirli kriterlere göre sınıflandırdı ve ardından sınıflandırılan bu genleri araştırılması için üye ülkelerin laboratuvarlarına dağıttı

Beş yıl sürecek olan bu projeye katılan ülkeler ve projeleri

  • İngiltere, göğüs
  • Japonya, karaciğer
  • Hindistan, ağız
  • Çin, mide
  • Amerika beyin, yumurtalık, pankreas kanserine konsantre olacaklar.

İngiliz araştırma ekibinin sözcüsü Stratton yaptığı açıklamada, yakın bir gelecekte, bir tümörün alınmasının rutin bir işlem olacağını hatta sağlıklı insandan alınacak bir damla kan ile bu kişilerin gelecekte risk altında olup olmadığı söylenebilecek dedi.

Sigara ve Güneşe Dikkat !!!

Yapılan genetik çalışmaları sonucunda, cilt kanseri vakalarında çoğunluğu güneşten kaynaklanan, akciğer kanseri vakalarında ise çoğunluğu sigaradan kaynaklanan çok sayıda mutasyon tespit edildi.

Tipik bir sigara tiryakisinde her 15 sigarada bir genetik mutasyon oluşmakta ve bunların çoğunun zararsız mutasyonlardir. Bu mutasyonlardan bazılarının ise tümör oluşturduğu belirtilmiştir. Hangi DNA kodunun hangi kanser tipini tetiklediği International Cancer Genome Consortium devam eden araştırmaları sonucunda ortaya çıkacak.

ilk yayınlanma tarihi :25. Januar 2010 13:57

Mehmet Saltürk

+++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
+++++++++++++++++++++++++++++

Kaynak 

Cancer code cracked? 

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

IGF1 geni ve güçük köpeklerin atası

Evcil hayvanlar içerisinde köpeğin ayrı bir yeri vardır. İnsanlar köpekleri on binlerce yıl önce kurttan evcilleştirerek bugünkü haline getirmiştir. İnsanlar muhtemelen 15 – 20 bin yıl kadar önce yiyecek artıklarını yemek için gelen kurtların arasından uysal olanlarını yakalayarak ve bunları kendi aralarında çiftleştirerek ve şimdiki evcil köpeği elde ettiler.

Köpekler, canlılar arasında en fazla çeşidi (ırkı) bulunan türdür. Köpeklerdeki bu çeşitliliğin sebebi, insanların onbinlerce yıldır değişik köpek ırklarını birbirleri ile çiftleştirerek yeni ırklar elde etme tutkusundan kaynaklanmaktadır. İnsanların köpeklere bu kadar düşkün olması ve ondan sürekli yeni ırklar elde etme tutkusu, köpeklerin atasını geriye doğru takip etmekte ve genetik soy ağacını çıkarılmasında büyük zorluklar çıkarmaktadır.

Kaliforniya üniversitesi evrim genetiği bölümünden Melissa Gray, 9 kg dan daha hafif küçük köpeklerin IGF1*genini (İnsulin-like growth factor 1) inceledi ve bu köpeklerin ortadoğuda yaşayan Bozkurtlardan evcilleştirildiği sonucuna vardı.

Melissa Gray, bu araştırma için 3 farklı büyüklükte köpekten almış olduğu kan, doku ve salya örneklerini inceledi ve IGF 1 geninin DNA diziliminin ortadoğu bozkurtları ile daha çok benzeştiğini buldu.

IGF1 geni* :12 kromozomda bulunur ve karaciğer ve bağırsak ve böbrekte aynı ismi taşıyan insülin benzeri bir hormon kodlar. Bu hormon, vücudun büyümesinden, kasların ve iskeletin gelişmesinden sorumludur.

Not : 30 kg ve üzeri köpekler, büyük köpek kategorisine girmektedir.

ilk yayınlanma tarihi :28. Februar 2010 14:26

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++++

Kaynaklar

  1. The IGF1 small dog haplotype is derived from Middle Eastern gray wolves
  2. Top dogs: wolf domestication and wealth

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.