Şizofreninin ortaya çıkmasında plasentanın rolü

Şizofreni, akut aşamada düşünce ve algılamayı derinden etkileyen ağır psikolojik bir bozukluktur. Birçok hastada dış dünya ile bağ kopmuş, kişilik yıkıntıya uğramıştır. Çok yönlü bir görünüme sahip olan bu hastalığın dünyada görülme sıklığı yaklaşık %1’dir.

Hastalığın multifaktöriyel sebeplerden kaynaklanıyor olması ve bu sebeplerin mekanizmalarının tam olarak bilinmemesi tedavisi konusunda etkili bir yöntemlerin geliştirmesini güçlendiriyor. Bu yüzden hastalıkla mücadelede etkili bir tedavi metodunun olduğu pek söylenemez. Mevcut ilaçlar ise bazı hastalarda semptomları kısmen azaltırken bazılarında pek etkili olmamaktadır.

Hastalarda sıklıkla rastlanan rahatsızlıklar: Gerçeklik kaybı, sanrılar, hezeyanlar, düşünce ve duygusal dünyada rahatsızlıklar en sık görülen semptomlardır. Bilinç farkındalığı ve entelektüel yetenekler genellikle bozulmaz ancak belirli bilişsel problemler zamanla gelişebilir.

Şizofreni hastalarında görülen semptomlara genel bir bakış

Hezeyanlar (Gerçekle bağlantıyı kaybetme)

  1. Paranoya : Örneğin, bir gizli servis tarafından takip edildiğine inanma
  2. Delüzyonlar : Televizyonda gördüğü bir haber spikerinin, bir konuşmacının veya bir politikacının ona şifreli mesajlar gönderdiğine inanma
  3. Megalomani : Dahi olduğuna veya tanrıdan mesaj aldığına inanma.

Halüsinasyonlar (Olmayan şeyleri duyma ve görme)

  1. Akustik halüsinasyonlar : Aleyhine olduğuna inandığı çeşitli sesleri duyma.
  2. Optik halüsinasyonlar : Olmayan kişileri görme
  3. Koku ve lezzet halüsinasyonları : Diğer insanların fark etmediği kötü kokuları ve tatları algılama
  4. Vücut Halüsinasyonları : Vücudunda elektrik akımının aktığını hissetme

Biçimsel düşünce bozukluğu (Birbiriyle bağlantısız şeyleri düşünme)

  1. Tutarsız ve mantıksız konuşma
  2. Sorulara alakasız cevaplar verme
  3. Aniden konuşma dizisini kaybetme
  4. Kelimeleri birbiriyle birleştirme veya yeni sözcükler (neologisms) üretme
  5. Düşünmede yavaşlama veya hızlanma

Ego bozuklukları (Kendini ve çevreyi birbirinden ayırt edememe)

  1. Derealizasyon: Çevrenin yabancı ve gerçek dışı görünmesi
  2. Duyarsızlaşma: Vücut bütünlüğünü farklı görme. Örneğin bir organının başka birine ait olduğuna inanma
  3. Düşünce yayılımı: Düşüncelerini başka insanlara aktarabileceğine inanma
  4. Düşünce yoksunluğu: Yüksek bir gücün kendi düşüncelerine hakim olduğuna inanma
  5. Düşünce meditasyonu: Düşüncelerinin kendisine yabancı bir güç tarafından “implante edildiğine” inanma

Etkilenme bozuklukları (Duygusal ve zihinsel yaşamda bozukluklar)

  1. Duyguları sadece sınırlı ölçüde algılama
  2. Kendini depresif hissetme
  3. Üzgün olsa bile gülme (parathimi)
  4. Kendi hakkında çelişkili ve kararsız duygulara sahip olma
  5. Agresif ve gergin olma

Psikomotor bozukluklar (Hareket ve irade bozuklukları)

  1. Belirli bir şeyi yapmak isteme ama bir türlü karar verememe (abulia)
  2. Belirli hareket kalıplarını sürekli tekrarlama. Örneğin, omuzlarını defalarca yukarı çekme (stereotip)
  3. Donup kalmış bir yüz ifadesi veya hiç hareket etmeme, hiç konuşmama (stupor)

Hastalık erkek ve kadınlarda aşağı yukarı benzer özellikler gösterir. İlk belirtiler erkeklerde genellikle 15 – 25, kadınlarda ise 20 – 35 yaşları arasında ortaya çıkar.

Not: Hastalıktan etkilenen kadınların yaklaşık % 20’sinin 45 ila 50 yaş arası (menopoz başlangıcı) hastalığa yakalandığı yapılan istatikler arasında yer almakta.

Şizofreni çeşitleri

Şizofreni tipleri arasında geçişkenlik oldukça sık görülen bir durumdur. Hastalar zaman zaman tüm şizofreni tiplerinin özelliklerini aynı anda gösterebilmektedir. Bu yüzden aşağıdaki şizofreni tipleri arasından kesin bir çizgi olduğunu söylemek çoğu zaman mümkün olmayabilir.

  1. Paranoyak şizofreni : En yaygın görülen şizofreni tipidir. Hastalarda hezeyan, halüsinasyon ve ego bozuklukları görülür.
  2. Katatonik şizofreni : Heyecan, herhangi bir pozisyonda uzun süre kalma, çevreye karşı tepkisizlik, konuşma ve beslenme bozukluğu tipik özelliklerdir.
  3. Hebefrenik şizofreni : Ender görülen tehlikeli bir şizofreni tipidir. Hastalar öfke, saldırganlık, kendi kendine ve alakasız konularda konuşma, kendi kendine gülme, yalnız kalma eğilimi, kendi kendine zarar verme, umuma açık yerlerde soyunma gibi oldukça aykırı tutumlar sergilerler
  4. Farklılaşmamış şizofreni : Belirtiler karışıktır. Diğer şizofreni türlerinde rastlanılan özelliklerin bazıları veya tamamı farklılaşmamış şizofreni tipinde görülür.
  5. Rezidüel şizofreni : Şizofreni nin en hafif tipidir denebilir. Toplumdan uzaklaşma veya mantıksız düşünme çok sık görülen bulgular arasında olsa da semptomlar oldukça az ve hafiftir. Sanrılar çok fazla görülmez.

Şizofreni nedenleri

Şu ana kadar hastalığın sebepleri konusunda birçok araştırma yapıldı ve bu araştırmalardan birçok bulgu elde edildi. Bu bulgulara dayanarak birçok hipotez üretildi ama bunların hastalığın ortaya çıkmasında sebep mi sonuç mu olduğu halâ tam olarak net değil.

Hastalığın ortaya çıkmasında genetik, çevresel, biyografik ve daha birçok farklı faktörlerin rol oynadığı tahmin ediliyor. Bu faktörlerin hepsine burada yer vermek teknik olarak mümkün olmadığı için sadece birkaç tanesine kısaca değinerek esas konuya yani 28 mayıs’ta Nature Medicine dergisi yayınlanan Şizofreni nin ortaya çıkmasında Plasentanın rolü konulu araştırmaya geçelim.

A- Genetik nedenler

Yapılan araştırmalar eğer ailede şizofreni vakası varsa aile bireylerinin hastalık konusunda risk altında olduğunu ama bunun tek başına belirleyici olmadığını gösteriyor. Yüzlerce hatta binlerce çevresel faktörün genler üzerinde nasıl bir etki yaptığı henüz tam olarak bilinmiyor. (1)

  • Aynı genetik hata bazi kişileri hasta yaparken bazılarını yapmıyor : 2007 yılında Cardiff Üniversitesi araştırmacıları 38 ülkede 900.000 kişinin toplanmış verilerini incelediler ve bunlardan 37.000 şizofreni hastası ile 113,000 sağlık kişinin gen analizini yaptılar. Sonuçlar umut verici olmasına rağmen hastalığın sebepleri konusundaki muamma halâ devam ediyor.

Araştırmada hastalıkla ilgili olduğundan şüphelenilen 108 genetik bölge tespit edildi. Bu bölgelerin bir kısmının beyinde antipsikotik* maddelere karşı geliştirilen sinyalleri kontrol eden bölgeler olduğu biliniyor. 

Antipsikotik maddeler*, diğer adıyla nöroleptik ilaçlar, başta şizofreni olmak üzere birçok psikolojik hastalığın tedavisinde kullanılan ilaçlardır.

  • C4 geninde bulunan bir varyasyon : Yaklaşık 29.000 şizofreni hastasının yüzde 27’sinin C4 geninde riskli bir varyant bulundu ama aynı riskli varyasyon 36.000 kontrol grubunun yüzde 22’sinde bulunmasına rağmen bu kişilerde şizofreni vakasına rastlanmadı.

Şizofreniye sebep olduğu düşünülen aday genler

Şizofreni genetiği ile ilgili yapılan son çalışmalarda 6 aday gen dikkat çekiyor.

  1. Disbindin geni (DTNBP1) : 6. kromozomun 6p22.3 bölgesinde yer alan bu gen beynin serebellum ve hipokampus bölgesindeki postsinaptik yapılarda görev yapar. Şizofreni hastalarında bu genin aktivitesinin baskılanarak önemli bir nörotransmitter olan Glutamat* üretimini nin azaltıldığı biliniyor. Glutamat* : Bir sinir hücresinden diğer hücrelerine sinyal olarak gönderilen kimyasallardır.
  2. Neuregulin 1 geni (NRG-1) : 8. kromozom 8p21 bölgesinde bulunur. NRG-1 geni çok büyük bir gendir ve altı değişik gen üzerinde düzenleyici (regülatör) görevi vardır. Şizofrenlerde, NRG-1 genindeki bir mutasyonun, ErbB4 reseptörde değişikliklere yol açarak şizofreni riskini artırdığını dair işaretler var. (2)
  3. DISC1 geni : 1. kromozom üzerinde bulunan ve nöronal göç süreçlerinden sorumlu bir gendir. Şizofreni hastalığı bulunan bir ailenin fertlerinde DISC1 geninden kopan iki parçanın 1. ve 11. kromozoma integre olduğu (translokasyon) tespit edildi. Kopan bu iki parça bir taraftan 1. ve 11. kromozomdaki gen dengesinin bozulmasına sebep olurken diğer taraftan asıl görevi olan nöronal göçte aksamalara sebep olduğu belirlendi. DISC1 geninde meydana gelen bu translokasyonun muhtemelen şizofreniyi tetiklediği tahmin ediliyor. (3)
  4. DAOA geni : 13. kromozomun 13q22 bölgesinde yer alır ve beynin kaudat nükleus ve amigdala bölgelerinde aktiftir. Genin kodladığı DAO (D-amino asit oksidaz) adındaki protein beyinde bir dizi zincirleme reaksiyonun başlamasına komut verir. Çeşitli çalışmalar DAOA genindeki bazı noktasal mutasyonlar ile şizofreni arasında ilişki olduğunu işaret ediyor. (Not: DAOA geni NRG-1 ve DISC 1 genine göre daha zayıf bir aday. (4)
  5. COMT geni : 22. kromozomun 22q11 bölgesinde bulunur. COMT, katekolaminlerin metabolizmasında önemli rol oynar. Başka bir ifade ile katekolamin, iki sinir hücresinin birleşme noktalarındaki sinaptik yarıkta dopamini, homovanillik asiti ve metoksirimramini parçalar. COMT geninin S-COMT ve MB-COMT iki değişik formu vardır. Şizofreni hastalarında bu iki formda iki mutasyon olduğu tespit edildi. Bu mutasyonlar, S-COMT formunun 108., MB-COMT formunun 158. kodonunda yer almaktadır. Bu iki değişiklik metionin yerine valins sentezlenmesine yol açıyor. Amino asit düzeyinde meydana gelen bu değişiklik Termal Stabiliteyi yükselterek dopaminin parçalanmasına sebep oluyor. Yapılan çalışmalar her ne kadar valin varyantı ile şizofreni riskinin artması arasında ilişki olduğunu gösterse de bu hipotez bilim çevrelerinde halâ şüphe ile karşılanıyor. (5)
  6. RSG4 geni : Bu gen 1. kromozomun 1q22 bölgesinde yer alır ve bu gende bulunan bir mutasyon Dopaminerjik (dopamine yanıt veren), Serotoninerjik (serotonine yanıt veren) ve Glutamerik (glutamine yanıt veren) nöronların aktivitesini negatif etkiler. Olumsuz durumdan etkilenen sinir hücrelerinin şizofreni ile ilgisi olduğu tahmin ediliyor.

DTNBP1 ve NRG1 genleri bahsedilen tüm aday genler içerisinde en umut verici genlerdir. Ancak, yapılan diğer araştırmalarda çok sayıda başka aday genlerin olduğundan da bahsedilmektedir.

B- Biyokimyasal nedenler

Beyin, karmaşık metabolik süreçlerin oluştuğu milyarlarca sinir hücresinden oluşur. Bu metabolik süreçlere bir dizi kimyasal maddeler (haberci maddeler) iştirak eder. Beyinde bu habercilerin dengesizliği bilgi işlemede bir takım aksaklıklara yol açarak şizofreniye neden olduğu düşünülüyor.

Şizofrenik bozukluklara sebep olduğu bilinen en önemli kimyasallardan biri Dopamindir. Ayrıca son zamanlarda yapılan araştırmalar başka bir haberci madde olan Glutamat In da hastalığın ortaya çıkmasında rol oynadığını düşündürüyor. Her iki maddenin de hastalığın ortaya çıkmasında sebep mi sonuç mu olduğu tam olarak bilinmiyor. (6) (7) (8) (9) (10)

C- Beyin yapısındaki değişikliklerden kaynaklanan nedenler

Bilgisayarlı tomografi (CT), Manyetik rezonans görüntüleme (MRI), Pozitron emisyon tomografisi (PET), Tek foton emisyon bilgisayarlı tomografi (SPECT) gibi beyinde yapılan farklı görüntüleme çalışmaları şizofreni hastalarının beyninin duygusal davranışlardan sorumlu bölgesi limbik sistemde birtakım yapısal farklılıklar olduğunu gösteriyor. Yine bu tekniklerden elde edilen bulgular hastaların beyninin bu bölgesinde sinir sayısın daha az olduğunu gösteriyor. Tabii bunların da sebep mi sonuç mu olduğu tam olarak bilinmiyor. (11) (12)

D- Toksik faktörler

Güçlü bilinç değiştirici özelliğe sahip olan, beynin işlevlerini değiştiren, algıda ruh hâlinde ve davranışta geçici değişikliklere neden olan, merkezi sinir sistemini derinden etkileyen, keyif veya tedavi amacıyla kullanılan alkol, amfetamin, kokain ve fensiklidin gibi psikotropik maddelerin genetik yatkınlık ile birlikte şizofreniyi tetikileyebileceğini gösteren araştırmalar bulunmaktadır. (13) (14)

*** Şizofreni ortaya çıkmasında plasentanın rolü ***

Baltimor üniversitesi Beyin Gelişimi Enstitüsü’nden Daniel Weinberger ekibinin yapmış olduğu bir araştırma, annenin doğum öncesi yaşamış olduğu stres,  genetik yatkınlık ile birlikte şizofreninin ortaya çıkmasında rol oynayabileceğini gösteriyor.

Beş kat daha yüksek risk

Daniel Weinberger ekibi, ABD, Avrupa ve Asya’dan 2,038 şizofreni hastası ile 762 sağlıklı kişinin katıldığı araştırmada deneklerin genetik analizlerini yaptılar. Genetik analizlerin yanı sıra hamileliğin seyri, doğum sırası ve doğum sonrası komplikasyonlar da kaydettiler.

Sonuç : Çıkan sonuçlar hastalığın ortaya çıkmasında genetik faktörlerin tek başına etkili olmadığını, eğer annede Prenatal komplikasyonlar (hamilelikte komplikasyonlar) varsa genetik faktörün etkili olduğunu ve riski beş kat arttığını gösteriyor. (15)

Strese bağlı olarak artan gen aktivitesi

Plasenta, gebeliğin yaklaşık üçüncü ayında oluşumunu tamamlayan hem fetüse hem de anneye ait bir oluşumdur. Plasenta nın bir ucu anneye diğer ucu ise fetüse yapışıktır ve anne ile bebek arasından direk bağlantıyı sağlar

Eğer anne genetik olarak şizofreni riski taşıyorsa ve stresli bir hamilelik geçiriyor ise pasenta dokusunda bulunan ve şizofreniden sorumlu genler stresin etkisi ile fazla çalışmaya başlıyor. Stresin şiddetinin artması durumunda gen aktivitesinin de artmasına sebep oluyor. Bu aktivite eğer anne erkek çocuğa hamile ise daha da artıyor.

Bu araştırma, çevresel faktörlerin gen aktivitesini artırarak şizofreniyi tetiklediğini gösteren bir başka örnek ve şizofreninin neden erkeklerde kadınlara göre daha yaygın olduğuna açıklık getiriyor. Ancak gen aktivitesinin artmasının beyin gelişimini nasıl değiştirdiği henüz bilinmiyor.

Bir görüş: Bu araştırmanın sonuçları bize muhtemel bir şizofren vakasını tahmin etme konusunda yol gösterecek ve rahim içi şartları düzenleyerek olası riski minimize etmeye olanak sağlayabilir. !!!


Şizofreni ile ilgili hazırlanmış diğer makale


Mehmet Saltuerk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Kaynaklar

  1. The contribution of gene–environment interaction to psychopathology
  2. The involvement of ErbB4 with schizophrenia: Association and expression studies
  3. Construction of Balanced Translocation t(1;11)(q42.1;q14.3) Probe and Screening Application in Genomic Samples in Taiwan
  4. Evidence for the association of the DAOA (G72) gene with schizophrenia and bipolar disorder but not for the association of the DAO gene with schizophrenia
  5. Stress-Related Methylation of the Catechol-O-Methyltransferase Val158 Allele Predicts Human Prefrontal Cognition and Activity
  6. Glutamatergic dysfunction in schizophrenia: From basic neuroscience to clinical psychopharmacology
  7. The anticonvulsant MK-801 is a potent N-methyl-D-aspartate antagonist
  8. Glutamatergic dysfunction in schizophrenia: From basic neuroscience to clinical psychopharmacology
  9. The dopamine hypothesis of schizophrenia: focus on the dopamine receptor
  10. Chlorpromazie and Dopamine: Conformational Similarities that Correlate with the Antischizophrenic Activity of Phenothiazine Drugs
  11. Absence of activation in frontal structures during psychological testing of chronic schizophrenic
  12. Ventricular enlargement in schizophrenia. A meta-analysis of studies of the ventricle:brain ratio (VBR)
  13. Drug Abuse and Psychosis: New Insights into Drug-induced Psychosis
  14. Drug models of schizophrenia
  15. Convergence of placenta biology and genetic risk for schizophrenia

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz vekullanılamaz.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir