Şizofreni, beyne giden kan akışını değiştiriyor.

Şizofreni, genellikle depresyonla birlikte görülen bir rahatsızlıktır. Hastaların en karakteristik semptomu kuruntular içerisinde olmalarıdır. Takip edildiğini sanma, üstünlük kompleksi (megalomani), kendisine komplo kurulduğuna inanmak gibi hayali kuruntular en sık görülendir. Bunların dışında, dine aşırı düşkünlük, tanrı ile konuşma, alınganlık, kendi iç dünyasına kapanma, kişilik kırılması, basmakalıp konuşmalar gibi durumlar da şizofreni hastalarının karakteristik özellikleri arasındadır.

Şizofreni, beyne giden kan akışını değiştiriyor.

Şizofrenin sebebi tam olarak bilinmese de hastalığın entelektüel kişiler arasında daha sık görülmesi dikkatleri zekayı belirleyen genlerin üzerine çekiyor. Bu bağlamda, Psikiyatrist Randolph Nesse oluşturduğu bir hipoteze göre şizofren, birçok mükemmel genin birlikte çalışırken oluşturduğu, bir yan etkidir. (1)

Her ne kadar şizofrenin sebebi konusunda elde somut bir kanıt olmasa da yapılan araştırmaların bazılarında beynin belirli bölgelerinde kan akışı sırasında türbülanslar olduğu tespit edilmiştir. Bu türbülanslar beynin Frontal lobu denilen ön kısmında (ön beyin) gerçekleşmektedir ve bu kısım bilinçli düşünme, karar verme, muhakeme ve dürtülerin kontrolünden sorumlu bölgedir. Beynin bu bölgesindeki kan türbülanslarının tesbiti, şimdiye kadar SPECT (Single Photon Emission Computed Tomography) ve PET (Positronen-Emissions-Tomographie) denen metotlar ile kana Radyoaktif kontrast madde verilerek yapılıyordu. Bu metot, hem pahalı hemde radyasyonun vücuda zararlı olması nedeni ile uzmanlar tarafından pek tercih edilmiyor.

Yeni bir teknik: Radyasyon yerine mıknatıs

Almanya Bonn Üniversitesi / Radyaloji kliniğinin geliştirdi yeni bir teknikle, beyinde kan akışı esnasında oluşan türbülanslar, artık radyoaktif madde kullanılmadan tespit edilebiliyor. Bu yeni metodun adı CASL dir (Continuous Arterial Spin Labeling). Bu yeni metot ile hastaların boynundan beyne giden kan yüksek frekanslı manyetik etiketleme yapılıyor ve  ardından manyetik etiketli kan ile etiketsiz kanın miktarı beyinde ölçülerek, türbülans olup olmadığı tespit ediliyor. Araştırmacılar CASL yönteminin, PET ve  SPECT yöntemi kadar güvenilir sonuç verdiğini aynı zamanda hem ucuz hem de radyasyonsuz olmasının bir avantaj olduğunu belirtiyorlar.

Ön beyne az kan gidiyor

Bonn Üniversitesinde yeni uygulamaya geçen bu yöntem ile 25 sağlıklı ve şizofreni hastalarından oluşan bir grubu ile araştırma yapılmış olup çok memnun edici sonuçlar alınmıştır.

Sonuç

Şizofren hastalarında, beyincik denen beynin Cerebellum kısmına sağlıklı insanlara göre ve daha fazla kan gidiyor, frontal lob adı verilen kısmına ise (ön beyin) daha az kan gidiyor. (2)

***

Dünyada 45 milyon insan şizofreni hastasının olduğu tahmin ediliyor. Şizofrenin toplumda  görülme sıklığı % 1 dir ve bu oran her toplumda her kültürde aşağı yukarı aynıdır. Ruhsal hastalıklar arasında üçüncü sırada yer alan şizofrenin sebebi hala bilinmiyor.

Ünlü nobel ödüllü matematikçi John Fober Nash, ressam Vincent Van Gogh, fizikçi Isaac Newton Immanuel Kant, şizofreniden nasibini alan ünlüler arasındadır. Ayrıca Albert Einstein, Carl Gustav, Bertrand Russell ın akrabaları arasında da şizofreni hastaları bulunuyordu.

ilk yayınlanma tarihi : 6. Juli 2010 21:16

Mehmet Saltürk

+++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
+++++++++++++++++++++++++++++

Resting-State Perfusion in Nonmedicated Schizophrenic Patients: A Continuous Arterial Spin-labeling 3.0-T MR Study

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

KAL-1 Geni / Koku alamama ile küçük cinsel organ arasındaki ilişki

Küçük penis, küçük testis ve iyi koku alamama arasında nasıl bir ilişki var?

Bir gen çalışırken belirli bir görevi yerine getirir. Eğer aynı gen herhangi bir sebepten dolayı çalışmazsa, yerine getirdiği görev ile hiç alakası olmayan problemler ortaya çıkarabilir.

Bir genin çalışmadığı durumlarda meydana gelen yan etkilerinden biride küçük penis ve küçük testis dir. Kal-1 geni de bunlardan biridir.

Kal-1 geni X Kromozomu üzerinde 7191 harf(bp) uzunluğunda büyük bir gendir. Bu gene, 204513 harf (bp) uzunluğunda bir DNA parçasının içerisinde, 14 parçadan (Exon dan) oluşur.

Hamileliğin ikinci haftasında KAL-1 geni Koku-Soğancığının (olfactory bulb) oluşacağı bölgeye yakın bölgedeki hücrelerde çalışmaya başlar. Bu gen Anosmin adı verilen bir protein sentezler. Bu proteinin görevi hücreleri birbirine yapıştırmak tır. Koku soğancığından beyne doğru yola çıkan sinir hücrelerinin aksonları, Anosmin sayesinde beyindeki sinir hücrelerine yapışırlar. Yapışma gerçekleştiğinde, koku soğanı ile beyin arasında sinir hücrelerinden, bant veya  şerit benzeri bir yol oluşur.

Eğer KAL-1 geni bir problemden dolayı çalışmazsa, Anosmin sentezleyemez. Anosmin olmazsa, koku soğancığından çıkan sinir hücreleri beyne ulaştığında oradaki hücrelere yapışamaz ve beyinle burun arasında bağlantı kurulamaz, dolayısıyla kişi koku alamaz.

Küçük penis ve testisin kokuyla ne alakası var ? 

Cinsel gelişmenin ilk başladığı bögede koku soğancığına yakın bir yerde bulunur. İlk cinsel gelişme eski bir hormon yakalayıcı olanKalmann sendrom Pheromonal organda(koku organı) başlar. Buradaki sinir hücreleri beyne doğru göç ederler. Göç ederken daha önce koku soğancığının beyne gönderdiği şerit şeklindeki yolu tıpkı bir tren rayı gibi kullanarak beyindeki ulaşacağı yeri bulurlar.

Eğer KAL-1 geni bir sebepten dolayı çalışamaz ve “Anosmin” sentezleyemez ise bu sinir hücreleri yollarını hiçbir zaman bulamaz ve kaybolup giderler. Hedefe ulaşamayan sinir hücreleri bir dizi sexüel hormonun sentezlenmesi için gerekli komutları da veremez.

Örneğin, gonadotropin sentezlenmezse, kana Lutein (LH ) salgılanması yapılamaz, lutein olmadan testis gelişmez, testis gelişmeyince yeterli seviyede testosteron üretilemez ve kişi cinsel istek duymaz.

Kallmann Sendromuna sebeb olan KAL-1 geninin bilinen 4 mutasyonu vardır.

Bunlar sırayla; 

  • KAL-1 X kromozom üzerinde,
  • KAL-2 8. kromozom üzerinde,
  • KAL-3 20. kromozom üzerinde,
  • KAL-4 3. kromozom üzerinde yer almaktadır.

Bu mutasyonlar genellikle genin bir kısmının veya tamamının silinmesi (deletion) şeklinde olmaktadır. En sık rastlanan formu 8. kromozom üzerinde bulunan KAL-2 formudur.

Kallmann Sendromuna erkeklerde kadınlara oranla daha sık rastlanmaktadır

Görülme sıklığı 

  • Erkeklerde 1/10000
  • Kadınlarda : 1/50000 dir.

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++++++

Sigaranın parkinsona karşı koruyucu etkisi

Sigara başta kanser olmak üzere birçok hastalığa sebep olduğu biliniyor. Yapılan bir araştırma sigaranın olumsuz yüzlerce zararına karşın parkinson ile mücadelede bir umut olabileceğini gösteriyor. Ama hemen belirtmek gerekiyor, sigaranın bu olumlu etkisi her sigara içicisine değil sadece sigara içenler içerisinde belirli bir gen varyasyona olanlarda görülüyor.

Bazı sigara içicilerinde parkinson hastalarının durumunda iyileşme görülürken bazılarında iyileşmenin görülmemesi, şüpheleri kişiden kişiye değişen gen varyasyonlarına çekti.

Bu konuda yapılan gen analizleri 19. Kromozomda bulunan CYP2A6 geninin belirli bir varyasyonuna sahip olan sigara içicilerinde parkinson hastalığına daha az yakalandığını gösteriyor. Aslında bu genin vücutta nikotini parçalayan enzim kodladığı biliniyor.

Parkinsonda iyileşmenin varyantlı CYP2A6 genin sentezlediği bir enzimden mi, yoksa nikotin parçalandıktan sonra ortaya çıkan atık madde olarak tanımlanan Cotininden mi kaynaklandığı araştırılıyor. Bu konuda egemen olan görüş Cotinin den  kaynaklanmış olabileceği yönünde.

Mehmet Saltürk

+++++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
+++++++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Smoking duration, intensity, and risk of Parkinson disease

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Dopamin ve korku

Ne kadar korkak veya ne kadar kahramanız

Dopamin bir Nörotransmitterdir ve bütün neurotransmitter gibi dopamin de sinir hücreleri arasında sinyalleri taşır.

Dopaminin vücutta  kalp atışı ve kan basıncını ayarlama gibi önemli görevlerinin yanı sıra, beynin ödüllendirme mekanizmasında da görev alır. Beyindeki dopamin miktarının düşmesi hareketlerin kontrol edilmesini zorlaştırır. Dopaminin vücutta uzun süre düşük seyretmesi ise parkinson gibi ağır hastalıklar da ortaya çıkmasına sebep olabilir.

Korkunun şiddeti ile dopamin miktarı arasındaki ilişki

Beynin iç kısmında amigdala denilen küçük bir bölge bulunur. Bu bölge korku anında dopamin salgılayarak çığlık atma, yüz hatlarının gerilmesi, kan basıncının yükselmesine sebep olur.

Beynin iç-orta kısmında amigdala ile birlikte korku anında rol alan Gyrus cinguli denilen bir bölgede daha bulunur. Gyrus cinguli bölgesi acıların algılandığı ve aynı zamanda otobiografik hafızanın bulunduğu yerdir. Bu bölgede acı ve tatlı anılar gerektiğinde tekrar hatırlanmak üzere depolanır.

Korkunun  şiddeti dopamin miktarının konsantrasyonuna bağlı

Berlin Charité Üniversitesinde Professor Andres Heinz ve çalışma grubu PET yöntemi ile (Positronen-Emissions-Tomographie) amigdala daki dopamin miktarını ölçtüler, daha  sonra  beyindeki duygusal olayların algılanıp yorumlandığı Gyrus cinguli bölgesinin aktivitesini ölçmek için beynin MRT si (Magnetresonanztomographie) çektiler. Bu çekimleri esnasında deneklere pozitif, negatif ve nötr resimler gösterilerek yapıldı.

Sonuç

  • Korkunun şiddeti amigdala da depolanan dopamin miktarı ile doğru orantılı olarak artıyor.
  • Korkunun şiddeti ile ilgili diğer bir diğer faktör de amigdala ile gyrus cinguli arasındaki karşılıklı etkileşiminin yoğunluğuna bağlı. Etkileşim ne kadar yoğun ise korkunun şiddeti o kadar az oluyor.

ilk yayınlanma tarihi :30. April 2010 23:26

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Dopamine in amygdala gates limbic processing of aversive stimuli in humans

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Mucize ilaç: Kahve

Kahve ve muz bilimin en yoğun ilgi gösterdiği iki gıda maddesidir. Aşağıda kahvenin olumlu etkilerleri ele alan çeşitli bilimsel dergilerde yayınlanmış bazı araştırmaların kısa bir özeti bulunmaktadır.

1- Kahve Diyabet 2 yi engelliyor

kahve2

Brezilya’da yapılan bir araştırma öğle yemeğinden sonra içilen kahvenin yaşlılığa bağlı Diyabet 2 riskini düşürdüğünü gösteriyor. Ribeirao Preto Sao Paulo üniversitesi tarafından yapılan açıklamada, içilen kahvenin kafeinli, kafeinsiz, şekerli veya şekersiz olmasının önemli olmadığı aksine öğle yemeğinden sonra içilmiş olmasının önemli olduğu belirtiliyor.

Yaşları 41 ile 72 arası değişen 532 kadın ve erkekle yapılan araştırmanın sonucuları American Journal of Clinical Nutrition dergisinin Nisan 2010 tarihinde yayınlanmıştır. (1).

2- Kahvenin antioksidan etkisi

Kahve, vücutta serbest radikalleri yok etme özelliğine sahiptir. Bu özelliği nedeniyle kahve iyi bir antioksidandır ve ayrıca serbest radikallerin kan hücrelerinin DNA larında oluşturdurduğu yıkıcı etkiyi tamir etmede de etkili rol oynamaktadır. (2) (3)

3- Kahvenin karaciğer kanserine karşı olumlu etkisi

Günde üç fincan içilen kahvenin kronik Hepatit C hastalarının karaciğerinde oluşan hasarların ileriye gitmesini önlediği ve karaciğer rahatsızlıklarını % 53 oranında azalttığı yapılan araştırmalar arasında. Japonya da 90.000 kişiyle yapılan bir araştırma da düzenli kahve tüketenlerin karaciğer değerlerinin çok iyi olduğunu ve daha seyrek karaciğer kanserine yakalandıklarını gösteriyor. Ayrıca karaciğer kanseri tedavilerinde klasik yöntemlerin cevap vermediği durumlarda Kahve terapisi uygulanan yöntemler arasında. (4)(5)

4- Şekerli kahvenin zayıflamaya etkisi

Şekerli kahve bilinenin aksine zayıflamaya yardımcı oluyor. Sebep tam olarak bilinmese de kafein in glikoz ile birlikte metabolizmayı hızlandırarak yağ yakmasına sebep olduğu tahmin ediyor. (6)

5- Kahvenin sindirime olumlu etkisi

Kahve çekirdeğinde bulunan selüloz, karbonhidratların sindirilmesinde rol oynamaktadır. Bir fincan filtre kahvede yaklaşık 1,5 g selüloz (lif) bulunmaktadır. İçilen üç fincan kahve günlük selüloz ihtiyacı karşılıyor. Bu bağlamda yemeklerden sonra içilen bir fincan kahvenin sindirimi kolaylaştırdığı söylenebilir. (9 )(10)

6- Kahvenin diş çürümesine karşı olumlu etkisi

Kahvenin içeriğinde bulunan Klorojenik asit, niasin ve trigonellin gibi maddeler diş çürüklerini engellemede etkili olmaktadır. (7)

7- Kafeinin, korkuyu tetiklemede olumsuz etkisi

Kafein, bazı kişilerde korkunun tetiklenmesine sebep olabilmektedir. Ama paniğe gerek yok. Korkunun tetiklenmesi için kişinin, ADORA2A geninin belirli bir varyasyonunu (Polymorphismus) taşıyor olması gerekmektedir. Bu kişilerde, kahve içildikten sonra beyne giden kafein beyindeki varyasyonlu ADORA2A genine bağlanarak korkunun tetiklenmesine sebep olmakta. (8)

Mehmet Saltürk
++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Kaynaklar

  1. http://www.ajcn.org/cgi/content/short/ajcn.2009.28741v1%20
  2. http://othes.univie.ac.at/5912/
  3. http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/20709087
  4. http://onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1002/hep.23162/abstract
  5. http://onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1002/hep.22320/abstract
  6. http://informahealthcare.com/doi/abs/10.1080/09637480802668471
  7. http://pubs.acs.org/doi/full/10.1021/jf062090i
  8. http://www.nature.com/npp/journal/vaop/ncurrent/full/npp201071a.html
  9. http://pubs.acs.org/doi/abs/10.1021/jf0609072
  10. http://pubs.acs.org/doi/abs/10.1021/jf062839p

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Uzun ömürden sorumlu olan 150 gen varyasyonu var

Bazı insanlar ciddi bir sağlık sorunu çekmeden rahatlıkla 100 yaşına kadar yaşayabilmektedir.

Hangi faktörler uzun yaşamayı mümkün kılıyor: Bu konuda yapılan araştırmalar uzun yaşamayı mümkün kılan 150 gen varyasyonuna dikkat çekiyor ve genlerinde bu varyasyonlar bulunan kişilerin rahatlıkla 100 yıl ve daha üstünde bir yaşam sürdürebilecek lerini gösteriyor. Aslında uzun yaşamı olanaklı kılan 150 gen varyasyonunun toplumda hiçte az olmadığı biliniyor. Yapılan araştırmalar her yedi kişiden birinde yani toplumun % 15 inde bu varyasyonların bulunduğunu gösteriyor. Ama yapılan istatistikler bu oranın ancak sadece % 1 olduğunu göstermektedir.

Toplumda yüz yaşın üzerinde insanların oranı neden % 15 değil ?

 Bunun başlıca sebepleri şöyle sıralanabilir:

  • Çevresel faktörler
  • Alkol ve sigara alışkanlığı
  • Az uyuma
  • Kaza
  • Egzersiz eksikliği
  • Beslenme alışkanlığı

Bunun dışında, 20. yy. ilk yarısında 18 yaşın altında milyonlarca genç insan savaşlarda öldü. Bu insanların bir kısmı şimdi 100 lü yaşlarda olabilirdi. Yukarıdaki sebeplerden dolayı genç yaşta ölen insanların arasında genin bu varyasyonlu formunu taşıyan insanların olması muhtemeldir.

Kişide bu varyasyonların olup olmadığı tespit edilebilir mi ?

Geliştirilen bir chip sayesinde bir damla kandan alınan örnekle kişide bu varyasyonların bulunup bulunmadığı %77 lik bir doğruluk payı ile tespit edilebiliyor. Çok yakın bir gelecekte bu testler laboratuvarlarda rutin olarak yapılabilecek.
Not : Bu araştırmayı Boston üniversitesinden Paola Sebastiani ve ekibi 1055 uzun ömürlü(95 ile 119 yaşında) ve 1267 kişiden oluşan kontrol grubu ile yapmıştır. Bu araştırma Science dergisinde 2 Temmuz 2010 tarihinde yayınlanmıştır. (1)

Uzun yaşam konusunda şimdiye kadar bilinenler

1. Yuvarlak solucanlar ürettikleri SGK-1 Enzimi sayesinde, ömürlerini uzatıyorlar: Normalde yuvarlak solucanların (Caenorhabditis elegans) ömrü 14 gündür. Freiburg üniversitesi’nden araştırmacılar yaptıkları araştırma ile yuvarlak solucanların kendi ürettikleri SGK-1 enzimi sayesinde ömürlerini üçte iki oranında uzattığını ve aynı zamanda gençleştiğini buldular.

Bu enzimin görevi: Hayatı uzatmaktan sorumlu olan genleri ya mutasyona uğratıyor yada bu genleri aktif hale getiriyor. Büyük ihtimal ile tüm hayvanlarda yaşlanmayı kontrol eden genler aynı prensiple çalışıyor olmalı. Bunun böyle olduğu meyva sinekleri, fareler ve insanlarda ispatlanmıştır. İnsanlardaki SGK-1 enziminin yapı taşları olan amino asitler % 75 oranında yuvarlak solucanlardaki ile benzerlik gösteriyor. (2)

2. FOXO3A,Uzun Yaşama Geni: Bu konuda daha önce yapılan araştırmalar uzun yaşam için FOXO3A genini işaret ediyordu. Japonya, Fransa ve Almanya gibi ülkelerde 100 yaş üzeri birçok kişide yapılan gen analizinde bu isilerin FOXO3A genlerinde küçük bir varyosyon (polymorphism) tespit edilmişti ve bu varyosyona sahip olan bireylerin 100 yaş ve üzerine rahatlıkla ulaşabildikleri biliniyordu. (3)

3. Telomer: Kromozomların iki ucunda telomer denilen bir kısım bulunur ve bu kısımda yaklaşık 2000 defa tekrarlanan bir nükleotid dizisi vardır. Bu dizi „TTAGGG“dır. (4) İnsan hücreleri kendini kopyalayarak yenilerler. Her kopyalama sırasında telomerler bir miktar kısalır. Telomerler yılda yaklaşık 31 harf kısalır. İnsanların yıllar geçtikçe yaşlanmasının sebebi „TTAGGG” dizisinin gittikçe kısalmasıdır. (5)

Bu kısalmayı çevresel faktörlerde hızlandırabilirtelomer

Örneğin: Soluduğumuz kötü hava, sigara içmek gibi akciğer hücrelerini doğrudan etkileyen bu faktörler hücrelerin tahribatına sebep olabilmektedir. Tahrip olan hücreler kendini zamanından önce kopyalayarak yenilemeye çalışırlar, işte bu zamanından önce yenilenmeler telomerin normalden daha çabuk kısalmasına sebep olurlar. Sigara içen veya kötü havayı soluyan kişilerin yaşından daha ihtiyar görünmesinin sebebi telomerlerin zamanından önce kısalmasıdır.

Pirensip: Hücrenin kopyasını yapması, telomerin kısalmasına, telomerin kısalmasıda yaşlanma anlamına gelmektedir. (6)

Sonuç: Evrimsel süreçte telomerlerimizdeki TTAGGG diziliminin uzunluğu kişiden kişiye farklı olabilmektedir Telomerlerin uzunluğu kişiye göre 7000 ile 10000 harf uzunluğunda olabilmektedir. Buna göre 10000 harf uzunluğuna sahip olanlar 7000 harf uzunluğuna sahip olanlara göre daha uzun yaşarlar.

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++++

Kaynaklar

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Erkekde penis kemiği neden kayboldu

Evrimsel süreçte 7 milyon yıl kadar önce insanla şempanzenin yolları ayrıldı. Her iki tür geçen bu 7 milyon yıl içerisinde, genetik ve morfolojik (görünüm) olarak farklılaşmaya başladı.

Genetik ve morfolojik değişim bazı organlarda az bazılarında ise çok fazla oldu. Bazı durumlarda ise bir organın bir parçası tamamıyla ortadan kalktı. Örneğin omurganın bir uzantısı olan kuyruğun insanda tamamıyla ortadan kalkması gibi.

Penis Kemiği

Penis kemiği, penis içerisinde bulunan bazen düz, bazen eğimli, bazende köşeli olan bir kemiktir. İnsan hariç tüm primatlarda (goril, şempanze, çıta, tüm maymunlar), kurt, köpek, fare, aslan, kaplan, köstebekgiller ve daha birçok hayvanın penisinde, penis kemiği bulunmaktadır.

İnsanda penis kemiği neden yok ?

Penis kemiğinin insanda neden olmadığı çok uzun zamandır merak ediliyordu ama şimdiye kadar bu konuda elde yeterli bilgi yoktu.

Yapılan genetik çalışmalar ile bu sorunun cevabı ortaya çıkarıldı. Evrimsel süreçte insan DNA zincirinde bulunan 510 farklı bölgeyi kaybetti. (hDELs – human-specific deletions). Kaybedilen bu 510 farklı bölge şempanze ve diğer hayvanlarda penis kemiğinin oluşmasından sorumlu bölgelerdir. Biyologlar için ilginç olan, bu 510 bölgenin protein sentezi için gerekli gerekli kodu içermeyen junk DNA (Çöp DNA)* denilen kısımda olması.

İnsanda kaybolan ama bazı hayvanlarda halâ faal olarak bulunan bu 510 farklı bölge yakınında yer alan AR Geni nin (Androgen-Receptor Gens) çalışmasını regüle ederek penis kemiği ve hayvanlara has bıyık ve kıl oluşumunu sağlar.

Ek bilgi: Konumuz ile alakalı değil ama yine de bu değerli ek bilgiyi vermeden geçmeyelim. Şempanzelerde halâ bulunan ama insanlarda kaybolmuş başka bir DNA bölgesi daha var. Bu bölge, beyinde sinir oluşmasını engelleyerek, şempanzelerde daha küçük beyin oluşmasına neden olur.

Evrimsel süreçte penis kemiği neden kayboldu ?

Şempanzelerin çiftleşme süresi birkaç dakika ile sınırlıdır. Rakiplerin bolca bulunduğu bir ortamda çiftleşmenin gerçekleşmesi için penis kemiğine büyük iş düşmektedir. Çünkü orman ortamında veya ağaç üzerinde ereksiyon için gerekli süre çoğu zaman olmayabilmetedir.

İnsanlar da şempanzeden ayrıldıktan sonra büyük bir ihtimal penis kemiğine sahipti. Bir süre sonra bir şekilde gelişen tesadüfi bir mutasyon ile bazı erkeklerde penis kemiği kayboldu. Belirli bir süre kemikli ve kemiksiz penisli erkekler aynı popülasyonda birlikte yaşadılar.

Kadının seçici rolü (doğal seleksiyon / doğal ayıklanma)

Modern insan atası durumundaki şempanzeler 800.000 ile 1.000 000 yıl kadar önce monogamiye, yani tek eşliliğe geçti. Artık cinsel partnerini seçiminde kadında etkili rol almaya başladı. Kadının için erkek seçiminde kemikli bir penis her zaman yanıltıcı olabilirdi. Oysa sağlıklı yeni jenerasyonlar için uzun süreli erksiyonların önemi büyüktü. İşte bu aşamada kemiksiz penis populasyonda aranan bir özellik olmaya başladı.

Bu ne anlama geliyor: Kadınlar tarafından kemiksiz penisli erkekler tercih ediliyor ve onlardan çocuk sahibi oluyorlardı, dolayısı onların çocukları da aynı genetiksel materyale sahip oldukları için kemiksiz penis ile doğuyorlardı. Belirli bir süre sonra populasyonda kemikli penisli erkekler seçmedikleri için evrimsel süreçte kayboldular.

Çöp DNAlar* gen değildir, iki gen arasında yer alırlar ve şu zamana kadar ne işe yaradıkları pek bilinmiyordu.

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltuerk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Human-specific loss of regulatory DNA and the evolution of human-specific traits

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Aşkın genetiği

Yaşama dair hiçbir şey yoktur ki, genlerimizin kontrolünde olmasın. Örneğin; sevinçler, üzüntüler, öfkeler, hastalıklar, boy, göz rengi, deri rengi, ilgiler, ilgisizlikler, dindarlık, ateistlik, yetenekler, arkadaş seçimi, eş seçimi gibi daha binlerce yaşama dair özellik genlerimizin kodladığı hormonlar tarafından şekillenir. Aşk da, genlerimizin kontrolünde gelişen biyokimyasal bir olaydır.

Aşk insanı neden bu derece derinden etkiler ve aşık olan kişi neden gerçeklerden uzaklaşarak, hayal dünyasında gezer. Bütün bu soruların cevabı beynin biyokimyasında yatmaktadır. Yani aşk, kişinin beyninde adeta hormonal bir fırtına başlatır.

Aşk, beyinde ne gibi değişikliklere sebep oluyor

Bu sorunun cevabı, yeni aşık olmuş kişilere aşık olduğu kişinin fotoğrafları gösterilerek ve bu esnada beyin tomografisi çekilerek arandı. Tomografi çekimleri sonunda beynin ödüllendirme mekanizmasının bulunduğu, korkuların algılandığı ve kişinin kendi dışındaki insanları değerlendirildiği Hippocampus, Nucleus caudatus, Putamen ve Nucleus accumbens bölgelerinin aktif hale geldiği tespit edildi.

Kokain bağımlılarında da aynı reaksiyon görülüyor

Aşık olan kişinin beynindeki bu değişiklikler hiç kuşkusuz hormonal bir değişimin sonucu ortaya çıkıyor ve bu değişikliklerde başrolü mutluluk hormonu olarak adlandırılan Dopamin* oynuyor.

Dopamin, kişiye coşku ve sevinç veren bir hormondur. Bu hormon kişiyi coşku ve sevince bağımlı hale getirerek beyinde adeta hormonal bir fırtınanın kopmasına sebeb olur.

İlginç bir durum: Bir aşığın terk edildiğinde gösterdiği reaksiyon ile bir kokain bağımlısının kokain bulamadığı zaman gösterdiği reaksiyon benzerlik göstermektedir. Her ikisinde de depresyon hali görülüyor. Depresyonun sebebi ise beynin dopaminsiz kalmasıdır. Gerek terkedilen aşığın beyni, gerekse kokainsiz kalan bağımlının beyninin ödüllendirme mekanizması halâ aktiftir ve dopamin ile ödüllendirilmeye devam etmek ister.

Aşık bağımlısı olduğu dopamini tekrar bulabilmek için kaybedilen sevgiliyi tekrar kazanmak ister. Aşkın bu melankolik hali aslında beynin ödüllendirme mekanizmasının dopaminsiz kalmasının sonucunda ortaya çıkar. (1)

Vasopressin ve Oxytocin

Aşık olan kişinin beyninde dopaminin yanı sıra Vasopressin ve Oxytocin hormonları da önemli rol oynamaktadır. Bu konuda hayvanlar ile yapılan çalışmalar, AVP geni tarafından sentezlenen Vasopressin hormonunun erkek farelerin dişi farelere bağlanmasında etkili rol oynadığını gösteriyor.

Açıklama: AVP geni insanda 12. kromozom üzerinde 1257 bp uzunluğunda bir gendir ve bu genin bilinen 334 değişik formu bulunmaktadır. Kişinin eşine ne kadar bağlı olacağı bu formların nükleotid dizilimi ile doğrudan ilintilidir. Kimi zaman genin dizilimindeki tek bir harflik değişiklik sentezlenecek olan Hormonun/ Proteinin yapısını ve etkisini büyük ölçüde değiştirilmektedir. Bu fonksiyonel etki aşkın şiddetini belirlemede büyük bir öneme sahiptir. Hiç evlenmeyen, daha doğrusu evlenmeyi tercih etmeyen erkeklerde AVP geninin belirli bir formunun bulunduğu ve bu forma sahip erkeklerin evlenseler bile mutlu olmadıkları biliniyor. (2)

Oxytocin hormonu

Oxytocin hormonu korkuyu ve stresi azaltarak diğer insanlarla ilişki kurmayı kolaylaştırır. Bu hormon bebek emziren kadınlarda oldukça fazla salgılanarak çocukla anne arasında yakınlaşmayı sağlar. Orgazm sırasında, karşı cinsle tensel ve göz temasında Oxytocin hormonu oldukça fazla salgılanır. Bu hormona aynı zamanda Eşe bağlılık hormonu denmektedir.

Sonuç

Dopamin, vasopressin ve oxytocin aşkın kimyasını belirleyen en önemli hormonlardır. Bu hormonların vücuttaki yapısı ve miktarı aşkın şiddetini belirlemektedir.

Dopamin*: İnsanda 9. kromozomda bulunan DBH geni tarafından sentezlenen bir nörotranmitteldir.

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++++++

Kaynaklar

  1. Reward, Addiction, and Emotion Regulation Systems Associated With Rejection in Love
  2. Genetic variation in the vasopressin receptor 1a gene (AVPR1A) associates with pair-bonding behavior in humans

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.