Aşk ve Beyin Kimyası: Gerçekten “Aptallaştırıyor” mu?
“Aşk insanı aptallaştırır,” ya da “aşkın gözü kördür” gibi günlük dilde sıkça kullandığımız ifadeler, aslında derin bilimsel temellere dayanıyor olabilir. Yüzyıllardır şairlere, yazarlara ilham veren, insanlık tarihinin en güçlü ve gizemli duygularından biri olan aşk, bilim dünyasının da merceği altında.
Uzun zamandır, aşkın insan beyninde yarattığı büyük kimyasal çalkantılar ve bu çalkantıların bilişsel süreçler üzerindeki etkileri, bilim çevrelerinin dikkatini çekiyor. Bu konuda yapılan pek çok çalışma, aşık bireylerin beyin kimyasında önemli değişiklikler olduğunu defalarca göstermiştir. Peki, bu büyüleyici ve aynı zamanda kafa karıştırıcı değişiklikler, gerçekten de bizi sosyal ve bilişsel anlamda “aptal” mı yapıyor, yoksa bu durumun arkasında daha karmaşık bir evrimsel mekanizma mı yatıyor? Gelin, bu sorunun yanıtını bilimsel veriler ışığında inceleyelim.
Hamster Çalışması: Aşkın Bilişsel Etkileri Laboratuvarda
Aşkın beyin üzerindeki etkilerini anlamak için hayvan modelleri üzerinde yapılan araştırmalar, insanlardaki karmaşık süreçlere dair önemli ipuçları sunar. Viyana Üniversitesi Davranış Biyolojisi bölümü tarafından Physiology & Behavior dergisinde yayımlanan dikkat çekici bir araştırma, aşkın bilişsel süreçler üzerindeki etkilerini oldukça net bir şekilde ortaya koydu. Bu çalışma, aşkın “kör edici” etkisi olduğu yönündeki yaygın inanışı bilimsel olarak test etmek amacıyla hamsterları denek olarak kullandı. Hamsterlar, kısa üreme döngüleri ve sosyal davranışları nedeniyle bu tür araştırmalar için uygun bir model olarak kabul edilir.
Araştırmacılar, çalışmayı yürütmek için hamsterları iki ana gruba ayırdı:
- Çiftleşen Grup: Bu gruptaki her kafese bir erkek ve bir dişi hamster konularak, doğal çiftleşme davranışlarını sergilemeleri ve yeterince etkileşimde bulunmaları sağlandı. Bu, “aşık” veya “eşleşmiş” bir durumun laboratuvar ortamındaki bir modeliydi.
- Yalnız Kalan Grup: Kontrol grubu olarak tasarlanan bu gruptaki hamsterlar ise kafeste tek başına bırakıldı. Bu sayede, çiftleşme ve ilişki kurma sürecinin bilişsel etkileri, sosyal izolasyonun etkilerinden ayrı tutulabildi.
Bu dikkatli ayrım, araştırmacıların çiftleşme deneyiminin bilişsel performans üzerindeki doğrudan etkilerini gözlemlemesine olanak tanıdı. Çalışmanın sonuçları, aşkın sadece duygusal değil, aynı zamanda bilişsel bir boyutu olduğunu güçlü bir şekilde ortaya koyacaktı.
Sonuçlar şaşırtıcıydı
Yalnız kalan hamsterlar labirent testini kolaylıkla tamamlarken, çiftleşen hamsterların tamamı bu testte başarısız oldu. Dahası, çiftleşen gruptaki hamsterların öğrenmeye karşı da belirgin bir ilgisizlik sergilediği gözlemlendi.
Laboratuvar ortamında yapılan hormon analizleri de bu durumu destekler nitelikteydi. Çiftleşen hamsterların beyinlerinde, yalnız kalan hamsterlara kıyasla çok daha fazla oksitosin (aşk hormonu) üretildiği saptandı. Daha önceki araştırmalar, yüksek oksitosin seviyelerinin hamsterlarda mantıklı düşünmeyi engellediğini ve bilişsel performansı düşürdüğünü zaten ortaya koymuştu.
Çiftleşen hamsterların labirent testindeki başarısızlığının bir diğer nedeni ise stres kaynaklı kortizol salgılanmasıydı. Aşırı kortizol üretimi, beynin hipokampüs bölgesini olumsuz etkileyerek bilgi akışını bozduğu biliniyor. Bu durum, aşkın sadece bilişsel yetenekleri değil, aynı zamanda stres seviyesini de artırabileceğine işaret ediyor.
İnsanlarda Durum ve Güncel Araştırmalar
Hamsterlar üzerinde yapılan bu çalışmalar, insanlardaki aşkın beyin üzerindeki etkilerine dair önemli ipuçları sunmaktadır. İnsanlarda oksitosin ve vazopressin hormonları, 20. kromozomda yer alan iki küçük gen tarafından kodlanır. Bu genlere aynı zamanda Eşe Bağlılık Geni de denir. Oksitosin OXT-001 geni, vazopressin ise AVP geni tarafından kodlanır.
Güncel Bilimsel Gelişmeler:
Son dönemdeki araştırmalar, bu genlerin farklı varyasyonlarının kişiden kişiye değişen bağlanma stillerini ve ilişki dinamiklerini etkileyebileceğini göstermektedir. Örneğin, AVPR1A geni üzerindeki belirli varyasyonlar (özellikle “RS3” ve “RS1” mikrosatellit bölgelerindeki tekrar sayıları), insanlarda eşe bağlılık, tek eşlilik ve hatta sosyal anksiyete ile ilişkilendirilmiştir. (1)
Ayrıca, fMRI (fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme) çalışmaları, aşık bireylerin beyninde ödül sistemiyle (ventral tegmental alan, nükleus akkumbens) ve duygu düzenlemesiyle (prefrontal korteks) ilişkili bölgelerde yoğun aktivasyonlar olduğunu ortaya koymuştur. Ancak aynı zamanda, eleştirel düşünme ve sosyal yargılamayla ilişkili beyin bölgelerinde aktivitenin azaldığı da gözlemlenmiştir. Bu durum, aşkın gerçekten de “kör” edici bir etkisi olabileceği fikrini desteklemektedir. (2)(3)
Güncel Bilimsel Gelişmeler: Genler ve Beyin Aktivitesi
Aşkın beyin üzerindeki etkilerine dair güncel bilimsel gelişmeler, bu karmaşık duygunun nörobiyolojik temellerini daha derinlemesine anlamamızı sağlıyor. Özellikle genetik yatkınlıklar ve beyin aktivitesindeki değişimler bu alandaki önemli bulguları oluşturuyor.
Son dönemdeki araştırmalar, belirli gen varyasyonlarının kişiden kişiye değişen bağlanma stillerini ve ilişki dinamiklerini etkileyebileceğini göstermektedir. Örneğin, vazopressin reseptör 1a geni (AVPR1A) üzerindeki belirli varyasyonlar (özellikle “RS3” ve “RS1” mikrosatellit bölgelerindeki tekrar sayıları), insanlarda eşe bağlılık, tek eşlilik ve hatta sosyal anksiyete ile ilişkilendirilmiştir (1). Bu bulgular, genetik mirasımızın romantik ilişkilerdeki davranışsal eğilimlerimizi nasıl şekillendirebileceğine dair önemli ipuçları sunmaktadır. Bu genetik farklılıklar, bireylerin romantik partnerleriyle kurdukları bağın gücünü ve doğasını etkileyebilir.
Ayrıca, fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI) çalışmaları, aşık bireylerin beyninde belirgin aktivasyon ve deaktivasyon örüntülerini ortaya koymuştur. Aşık bireylerin beyinlerinde özellikle ödül sistemiyle ilişkili bölgeler olan ventral tegmental alan (VTA) ve nükleus akkumbens gibi bölgelerde yoğun aktivasyonlar gözlemlenmiştir. Bu bölgeler, dopamin salgılayarak keyif ve motivasyon duygularını tetikler ve aşkın neden bu kadar güçlü ve bağımlılık yapıcı bir deneyim olduğunu açıklar. Duygu düzenlemesiyle ilişkili olan prefrontal korteks gibi bölgelerde de aşka özgü aktivasyon artışları bildirilmiştir. Bu durum, aşkın yoğun duygusal deneyimlerini yönetmede beynin bu bölgelerinin rolünü vurgular.

Ancak aynı zamanda, eleştirel düşünme ve sosyal yargılama ile ilişkili beyin bölgelerinde aktivitenin azaldığı da gözlemlenmiştir. Bu durum, aşkın gerçekten de “kör edici” bir etkisi olabileceği fikrini desteklemektedir. Aşık olduğumuzda, partnerimizin kusurlarını görmezden gelme veya olumsuz özelliklerini minimize etme eğiliminde olabiliriz. Bu bilişsel değişiklikler, romantik bağın kurulmasını ve sürdürülmesini kolaylaştıran bir evrimsel mekanizma olabilir. (2)(3)(4)
Sonuç: Aşkın Büyüsü ve Bilimsel Gerçeği
Aşk, insan deneyiminin en güçlü ve gizemli yönlerinden biri olmaya devam ediyor. Bu duygu, sadece kalbimizde hissettiğimiz bir coşku değil, aynı zamanda beyin kimyamızı derinden etkileyen ve davranışlarımız üzerinde güçlü bir rol oynayan karmaşık bir nörobiyolojik olgudur. Bilimsel bulgular, aşkın basit bir duygu olmanın ötesinde, belirli nörobiyolojik süreçlerle yakından ilişkili olduğunu ve hatta bilişsel yeteneklerimiz üzerinde beklenmedik ve çoğu zaman şaşırtıcı etkilere sahip olabileceğini gözler önüne sermektedir.
Hamsterlardan insanlara uzanan bu araştırmalar, oksitosin ve vazopressin gibi “aşk hormonlarının” beynimizde yarattığı biyokimyasal fırtınanın, mantıklı düşünme ve eleştirel yargılama gibi süreçleri nasıl etkilediğini ortaya koymaktadır. Ödül sistemi bölgelerindeki aktivasyon artışı, aşkın neden bu kadar bağımlılık yapıcı ve motive edici olduğunu açıklarken; sosyal yargılama ve eleştirel düşünme bölgelerindeki aktivite azalması, popüler kültürdeki “aşkın gözü kördür” ifadesinin aslında bilimsel bir gerçeğe dayandığını göstermektedir.
Aşık olduğumuzda, partnerimizin kusurlarını daha az fark edebilir, hatta onları idealize etme eğiliminde olabiliriz. Bu durum, ilişkinin başlangıç aşamalarında bağlanmayı ve uyumu kolaylaştıran evrimsel bir mekanizma olarak da yorumlanabilir.
Dolayısıyla, aşkın sadece soyut bir duygu olmadığını, aynı zamanda genetik yatkınlıklarımız ve beyin kimyamızla iç içe geçmiş, somut biyolojik temellere sahip bir olgu olduğunu anlamak önemlidir. Belki de bu bilimsel gerçekler, aşkın gizemini azaltmak yerine, ona daha derin ve hayranlık uyandıran bir boyut kazandırıyor.
Mehmet Saltürk
++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++
Orijinal makale
Spatial learning and memory differs between single and cohabitated guinea pigs
- Genetic variation in the vasopressin receptor 1a gene (AVPR1A) associates with pair-bonding behavior in humans
- Love-related changes in the brain: a resting-state functional magnetic resonance imaging study
- What happens in your brain when you’re in love?
- The neural basis of romantic love.
Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...