HIV tedavisinde kök hücre transferi

Berlin’de yaşayan 44 yaşındaki Timothy Ray Brown (Bu isim takma) 1996 yılında HIV pozitif olduğunu, 2006 yılında ise lösemi hastası olduğunu http://saltuerk.files.wordpress.com/2011/05/s-stem-cell-transplant-large.jpg?w=260öğreniyor. Doktorlar, lösemi için kemoterapi ye başlıyorlar ve hasta biraz kendini toparladıktan sonra, lösemi tedavisi için kök hücre transferi yapmaya karar veriyorlar. Bu arada doktorlar, kök hücre bağışlayacak kişinin bağışıklık sisteminin HIV Resisidens olmasının alıcı için daha iyi olacağına karar veriyor. Yani bağışıklık sistemi HIV’e karşı dayanıklı bir verici olması gerektiğini düşünüyorlar)

Böyle bir kişinin tüm Avrupada % 1 olduğunu bilinmesine rağmen yine de bir ilan veriliyor ve şansları yaver gidiyor bağışıklık sistemi HIV Resistens olan uygun bir kişi bulunuyor. Bu kişiden, Berlin Charité üniversitesi kliniğinde kök hücre alınıyor ve hastaya kök hücre transferi yapılıyor. Kök hücre transferinden birkaç hafta sonra hastaya gerekli testler yapılıyor.

Sonuç

  • Löseminin tamamen iyileşti
  • HIV virüsünün tamamen yok oldu

Fakat lösemi bir müddet sonra tekrar nüks etti ve bu sefer hastanın durumu ilkinden daha da kötü oldu. Hastalık beyne de sıçramış ve hasta ne konuşabiliyor nede yürüyebiliyordu.

Hastaya tekrar kemoterapi ve tekrar kök hücre transferi uygulanıyor. Hasta ikinci kez ayağa kalkıyor. Hastanın durumu tekrar düzeliyor.

Hamburg-Eppendorf üniversitesinde HIV-konusunda uzman Jan van Lunzen, Timothy nin durumunun çok özel olduğunu, onda elde edilen başarının diğer HIV hastalarında da elde edilebilmesinin şimdilik zor olduğunu ama gelecekte HIV hastalarının tedavisinde bu yönteminin geliştirilip uygulanabileceğini belirtti.

Mehmet Saltürk

+++++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
+++++++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Evidence for the cure of HIV infection by CCR5Δ32/Δ32 stem cell transplantation

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Sinaps sayısı azaldıkça öğrenme daha kolaylaşıyor.

Sinapslar, sinir hücresinin bağlantı yerleridir. Bir sinir hücresinden, komşu sinir hücresine enformasyon akışı sinapslar aracılığı ile yapılır. Sinapsların fonksiyonu iyi bilinmesine rağmen, yapısı ve yapısına katılan moleküller hakkında pek fazla bilgi sahibi değiliz.

SynCAM Proteini

İki sinir hücresinin bağlantı yeri olan sinapslarda SynCAM1 adındaki bir protein adeta bir tutkal gibi görev yaparak iki sinir hücresini birbirine bağlanmasını sağlar.

Öğrenme, unutma ve hafızada tutma

Öğrenme konusunda şimdiye kadar kabul gören yaygın görüş, öğrenme ile sinapsların sayısı arasında doğru orantı olduğuydu. Buna göre, SynCAM1 proteini sinir hücrelerini birbirine bağlar ve oluşan yeni sinapslar bilgi akışını hızlandırır, hızlanan bilgi akışı da öğrenmeyi kolaylaştırırdı.

SynCAM1 proteini, sinapsların sayısını ne kadar artırıyor ve bu sinapslar yaşam boyunca devam ediyor mu?

Bu sorunun cevabı genetiği değiştirilmiş fareler ile yapılan testlerle ortaya çıkarılmaya çalışıldı.

Genetiği değiştirilmiş fareler ile iki farklı çalışma yapıldı

  1. Gruptaki farelede SynCAM1 proteini üretimi yükseltildi
  2. Gruptaki farelede SynCAM1 proteini üretimi tamamen engellendi.

Sonuç

  • SynCAM1 proteini sadece yeni sinaps oluşumuna katılmakla kalmıyor aynı zamanda var olan sinapsların da hayatta kalmasında önemli rol oynuyor.
  • Eğer farelerde SynCAM1 proteininin üretimi suni olarak artırılırsa sinapsların sayısında gözle görülür bir artış oluyor.
  • Eğer farelerde SynCAM1 Proteininin üretimi tamamen engellenirse oluşan sinapslar tekrar kayboluyor.

SynCAM1 poteini yoksa, öğrenme daha kolay

Şimdiye kadar kabul edilen teorinin tersine sinaps sayısı arttıkça informasyonun daha iyi iletilip ve işlendiği,Sinaps sayısı azaldıkca, öğrenme daha kolaylaşıyor. buna bağlı olarakta öğrenmenin daha kolay olduğu görüşü bu araştırma ile geçerliliğini kaybediyor.

Genetik olarak değiştirilen farelerde yapılan laboratuvar araştırmalarının sonucu çok açık bir şekilde göstermiştir ki, SynCAM1 proteini öğrenmeyi yavaşlatıyor. Eğer ortamda SynCAM1 proteini yoksa farelerde öğrenme ve hatırlama çok daha hızlı oluyor. Ayrıca ortamdaki SynCAM1 proteini azaldığı zaman daha önce kullanılmış ve gereksiz sinapslar birbirinden yavaşça ayrılarak öğrenme ve hatırlama hızlanıyor. Öğrenme kabiliyeti, kullanılmış ve gereksiz sinapsların tekrar ortadan kalkması ile artıyor.

Bir öngörü: SynCAM1 proteininin bu fonksiyonunun ortaya çıkması Otizm ve Alzheimer tedavisinde yeni ufuklar açabilir.

Mehmet Saltürk

+++++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
+++++++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

SynCAM 1 Adhesion Dynamically Regulates Synapse Number and Impacts Plasticity and Learning

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Okuma beyin aktivitesini artırıyor

Araştırmalar, internet ve sosyal medya kullanıcılarının her geçen gün artmasına paralel olarak kitap ve gazete okuyanların sayısının hızla azaldığını gösteriyor. İnsanlar uzun metinler okumak, okuduğu konunun ayrıntılarını öğrenmek veya sürükleyici romanın içinde kaybolmak yerine parça parça paragraflar, cümleler okumayı tercih ediyorlar. Bunun neden böyle olduğu ayrı bir araştırma konusu, belki ilerde ayrı bir makalede bu konuyu ele alabiliriz. Burda okumanın beyin gelişimine olan olumlu etkisinin araştırıldığı bir bilimsel çalışma ve çalışmadan ortaya çıkan sonuçlar ele alınacaktır.

***

Beyin, milyarlarca sinir hücresinin birbirine sinaps noktaları ile bağlandığı kompleks bir nöronlar ağından oluşur ve beyinde ne kadar fazla sinaps varsa beyin aktivitesi o kadar fazla olur.image37q

Gerek çocuklarda, gerekse yetişkinlerde düzenli okuma beynin çeşitli bölgeleri arasında sinyal alışverişine sebep oluyor. Yapılan birçok araştırma okumanın zihinsel faliyetleri geliştirdiğini ve hafızayı güçlendirdiğini gösteriyor. Özellikle kitap okumanın ihtiyarlık döneminde demansa karşı koruyucu bir etkisinin olduğu uzun zamandan beri biliniyor.

Paris’te bulunan Collège de France den Stanislas Dehaene, araştırmayla ilgili yaptığı açıklamada, okumanın beyni olumlu yönde değiştirdiğini ve okuma esnasında okunan her kelimenin, sahnelenen her kurgunun, romanda geçen her karakterin özellikle beynin sol yarısında birçok alanda ve deşifre edilerek işleme konulduğunu belirtiliyor. Örneğin romandaki bir kahraman yeni bir maceraya giriyorsa, bu olay beynin Premotor korteksinde yüksek zihinsel performans ve perspektif değişikliklere sebep oluyor.

63 kişi ile yapılan araştırma

İlk okumayı öğrenme ister çocukluk isterse yetişkinlik yaşta olsun, kişi yazılı bir metin gördüğü anda beyinin farklı bölgelerinde reaksiyonlar oluşuyor.

63 kişilik Portekizli ve Brezilyalı gönüllü den oluşan bir grup ile yapılmış olan bu araştırmada deneklere bilgisayar ekranında hem yazılı hem sözlü olarak çeşitli objeler gösteriliyor ve aynı zamanda deneklerin beyninde nasıl bir değişiklikler olduğunu tespit etmek amacı ile funktionelle Magnetresonanztomographie (fMRT) yöntemi ile beyin tomografisi çekiliyor.

Deneye katılanların profiliOkuma beyin aktivitesini artırıyor

  • 10 kişi: Okuma yazma bilmiyor
  • 22 kişi: Okuma yazmayı yetişkin yaşta öğrenenler
  • 31 kişi: Okuma yazmayı çocuk yaşta öğrenenler

fMRT sonuçları

Beyninin farklı bölgeleri farklı şiddette reaksiyon verdi

  • Okuma yazma bilen gruba yazılı bir kelime gösterildiğinde beyinin sol temporal lobu aktif hale geçiti. Bu bölge, aynı kelimeyi sözlü olarak duyduğu zamanda da aktif hale geçiti. Yani, okuma yazma bilen kişiye gösterilen yazılı kelime beyinde sanki konuşuluyormuş gibi algılandı.
  • Okuma yazma bilmeyen gruba yazılı bir kelime gösterildiğinde, beynin sadece görselliğin algılandığı bölgelerde düşük yoğunlukta aktivite görüldü.

Okuma ister çocuk yaşta, ister yetişkin yaşta öğrenilsin beyinde olumlu değişime sebep oluyor.

  • Okuma, Görsel kortex in (visual cortex) kapasitesini artırıyor. (Burası görerek aldığımız bilgilerin beynin arka kısmında işlendiği bölgedir. Beyin burda gördüğü kelimeleri görsel hale getirerek akıcı bir şekilde okunmasını sağlıyor)
  • Okuma, beynin arka kısmında kelimelerin deşifre edilerek görsel hale getirildiği Occipital temporal cortex bölgesinde de olumlu iyileşmelere sebep oluyor. (Bu bölge beynin sol yarısını aktif hale getirerek konuşma kalitesinin yükselmesine sebep olan bölge)

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

How Learning to Read Changes the Cortical Networks for Vision and Language

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

NASA nın Dünya dışı canlı açıklaması üzerine bir yorum

NASA, dünya dışı yaşamla ilgili bir açıklama yapacağını söyleyip arkasından Amerika birleşik devletleri’nin Kaliforniya eyaletindeki Mono gölü’nde bulunan ve GFAJ-1 olarak adlandırılan bir bakteriyi bilimde devrim miş gibi dünyaya duyurması konuya ilgi duyan herkesi tam bir hayal kırıklığına uğrattı. Ben şahsen bu açıklamayı duyunca  Satürn’ün uydusu Titan da bir yaşam formu falan bulunduğunu sanmıştım.

Dünyadaki canlıların DNA sında karbon, hidrojen, azot, oksijen, fosfor elementlerinin dışında, GFAJ-1 bakterisinin DNA sında, Fosfor yerine Arseniğin bulunması ve bu bakterinin arsenik içerisinde yaşayabilmesi elbetteki önemli ama sansasyonel değil.!!!

Çok uzun zamandır beri Dünyadaki bazı canlıların çok extrem şartlarda hayatta kalabildikleri zaten biliniyordu. Örneğin thermophilic bakteriler +117 °C yaşayabiliyorlar veya – 80°C yıllarca ölmeden hayatta kalabiliyorlar.

Arsenik periyodik cetvelde Fosforun altında bulunur ve her iki Element de benzer kimyasal özellikler gösterir.

GFAJ-1 nin DNA sının yapısında bulunan Arseniğin, Fosfor ile nasıl yer değiştirdiği pek NASA nın "Dünya Dışı Canlı" açıkılaması üzerine bir yorumbilinmese de bunun dünya dışı yaşama bir model veya öngörü oluşturabileceğini söylemek, heleki bunun NASA tarafından söylenmesi, bence tam bir spekülasyon. Evet bu bilimsel olarak bilinenlerin dışında bir bulgu ve önemli. Ama bunu dünya dışında bir yaşamla ilişkilendirmek en hafif deyimle zorlama bir yorumdur.

Bir romandan NASA ile ilgili bir kurgu

Okuyanlar hatırlar, “ Dan Brown’un İHANET NOKTASI adlı romanında NASA kaybettiği prestijini tekrar kazanabilmek için ustaca bir plan hazırlar. Plana göre NASA, dünyada nesli tükenmiş, yaşadığı dönemde bile çok ender rastlanan bir canlıya ait fosili Amerikan Deniz Kuvvetlerine ait bir denizaltı yardımı ile okyanusun altından ustaca buzulların arasına yerleştirir. NASA, buzulların arasından çıkardığı bu fosilin “Dünya Dışı” bir canlıya ait olduğunu sansasyonel bir biçimde tüm dünyaya duyurur ve daha sonra bunun düzmece plan olduğu ortaya çıkar….  Belki bu da Dan Brown’ın romandaki gibi „Güven tazeleme operasyonu…

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++++++++

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Telomeraz, yaşlanmayı durduran enzim

Nature dergisinin 28 Kasım 2010 tarihli sayısında Telomeraz enzimi ile genç kalma arasında ilişkiyi ele alan bir makale yayınlandı. Makalede, farelere enjekte edilen Telomeraz enziminin kromozomların uç kısmında bulunan telomerlerin kısalmasını engelleyerek yaşlanmayı durdurduğu belirtiliyor. Makalede bir önemli bilgi daha var o da farelerin geriye dönük olarak gençleştiğinin tespit edilmiş olması.

Yapılan araştırma, Telomeraz enzimi verilen yaşlı farelerin bir ay sonra yapılan incelemesinde kasların güçlendiği, beyinde yeni sinir hücrelerin oluştuğu, dalak ve bağırsak hücrelerinde yenilenmelerin olduğu, cinsel olarak tekrar aktif hale geldiği ve yeniden doğurganlık gibi gençliğe has özelliklerin görüldüğü tespit edilmiştir.

telomerBu araştırmadan elde edilen sonuçlar ışığında gelecek on yıl içerisinde geliştirilen ilaçlar ve gen teknolojisinde gelişmeler ile insanların yaşam kalitesinin yükseleceği, daha sağlıklı ve uzun bir yaşam süreceği tahmin ediliyor.

Açıklama: Kromozomların iki ucunda Telomer denilen bir kısım bulunur ve bu kısımlarda yaklaşık 2000 defa tekrarlanan nükleotid dizilimi vardır. Bu nükleotid dizilim „TTAGGG“ dır. İnsan hücreleri kendini kopyalayarak yeniler ve her kopyalamada telomerler bir miktar kısalır. Telomerlerde yılda yaklaşık olarak 31 harflik bir kısalma olur. İnsanların yıllar geçtikçe yaşlanmasının sebebi „TTAGGG” dizisinin gittikçe azalmasının bir sonucudur. (4) (5)

Bu kısalmayı bazı faktörler hızlandırıyor

Soluduğumuz kötü hava, sigara içmek gibi akciğer hücrelerini doğrudan etkileyen olumsuz faktörler hücrelerinin tahribatına sebep olmaktadır. Tahrip olan hücreler, kendini zamanından önce kopyalayarak yenilemeye çalışırlar. İşte hücrenin zamanından önce kendini yenilemesi Telomerlerin normalden daha çabuk kısalmasına sebep olurlar. Sigara içen veya kötü hava soluyanların yaşına göre daha ihtiyar görünmesinin sebebi Telomerlerin zamanından önce kısalmasıdan kaynaklanmaktadır. 

Sistem prensip olarak şöyle çalışıyor: Hücrenin kopyasını yapması Telomerin kısalmasına, telomerin kısalması da yaşlanma anlamına gelmektedir. (6) Evrimsel süreçte telomerlerimizdeki „TTAGGG” uzunluğu farklı olabilmektedir yani Telomer uzunluğu kişiden kişiye değişebilmektedir. 7000 bp (harfli), hatta bazen 10000 bp (harfli) olabilmektedir. İnsanlar arasındaki ömür farklılığının sebebi doğuştan gelen bu nükleotit uzunluğundaki farklılıklardan kaynaklanmaktadır.

Mehmet Saltürk

+++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
+++++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Telomerase reactivation reverses tissue degeneration in aged telomerase-deficient mice

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Metformin in alzheimera karşı önleyici etkisi

Yapılan birçok istatistiksel çalışma diyabet 2 hastaları arasında daha az sayıda alzheimer hastasının olduğunu gösteriyor. Bu da dikkatleri diyabet 2 tedavisinde kullanılan Metformin içerikli ilaçlara çekti.

Diyabet 2 de kullanılan %22Metforminin alzheimer'a karşı önleyici etkisi

Bu konuda yapılan laboratuvar çalışmaları, diyabet 2  hastalarının aldığı Metformin in beyinde bir enzimi aktif hale getirerek hücre ölümlerinin engellediğini ortaya çıkardı.

Ayrıca yapılan araştırmalardan çıkan başka bir olumlu sonuç da, Metformin in sadece diyabet 2 hastalarında değil, aynı zamanda sağlıklı insanlarda da koruyucu etkisinin olduğunu gösteriyor.

Sonuç

Metformin, beyinde Tau-Proteininin anormal oluşumunu engelleyerek, fosfat moleküllerinin Tau-proteinine bağlanmasının önüne geçiyor.

Bu da şu nedenle önemli 

Fosfat moleküllerinin, anormal yapıdaki Tau Proteinine bağlanması zaman içerisinde beyindeki sinir hücrelerinde β-Amiloid plakları birikmesine neden oluyor ki, bu da önce demanz, ardından alzheimer hastalığına yol açıyor.

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Biguanide metformin acts on tau phosphorylation via mTOR/protein phosphatase 2A (PP2A) signaling

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Güçlü kaslar ile ömür boyu fit kalmak.

Yaşlanmadan dolayı kasların zayıflaması veya bir hastalıktan dolayı kas erimesi gibi rahatsızlığı bulunan kişiler, kök hücre transferi sayesinde tıpkı genç insanlardaki gibi güçlü kaslara sahip olarak daima genç kalabilecekler.

Tıpta devrim niteliğindeki bu araştırma farelerde başarılı sonuç verdi.

Laboratuvarda yapılan çalışmalarda 3 aylık genç farelerden alınan kök hücreler, ayak kasları hasar görmüş farelere transfer edildi ve birkaç gün gibi çok kısa süre içerisinde hem hasarlı kasların onarılmış hem de sayılarının artmış olduğu görüldü

Bu araştırmadan elde edilen sonuçlar ışığında yapılacak yeni çalışmalar, yakın bir gelecekte yaşlılara ve dejeneratif kas rahatsızlığı bulunan hastalara (kas distrofisi) umut ışığı olabilecek gibi görünüyor.

Klinik çalışmaların olumlu sonuç vermesi durumunda yaşlılığı fit kaslar ile geçirmenin önü de açılmış olacak.

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Prevention of Muscle Aging by Myofiber-Associated Satellite Cell Transplantation

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Sentetik olarak alınan progesteron hormonu meme kanserini tetikliyor

Kemik erimesine karşı da kullanılan progesteron ve gestagen hormonu meme kanserine sebep olmaktadır.

Meme kanseri vakalarının çok az bir kısmı genetik faktörlerden kaynaklanırken, büyük kısmı sentetik olarak alınan progesteron ve gestagen hormonlarına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır.

Östrojen ve gestagen göğüslerin büyümesinde rol alan hormonlardır. Süt bezleri hücrelerinde bulunan östrojen ve gestagen moleküllerini yakalamaya yarayan reseptörler, doğum kontrolü ilaçlarında kullanılan progesteron ve gestagen türevlerini de yakalar. Yakalanan bu moleküller meme hücrelerinde RANKL proteinlerin üretilmesi için komut verir. Üretilen bu protein kemik oluşumunun yanı sıra kök hücrelerinin çoğalmasını da tetikler. Kök hücrelerinin kontrolsüz olarak çoğalması ise kötü huylu tümör oluşumunun başlamasına sebeb olmaktadır.

Mehmet Saltürk

+++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
+++++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Osteoclast differentiation factor RANKL controls development of progestin-driven mammary cancer

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Anti kanser diyeti

X Kromozomu üzerinde 1914 bp uzunluğunda TKTL1 (Transketolase-like protein 1) adında bir gen bulunmakta ve bu genin kötü versiyonu sağlıklı hücreleri kanserli hücrelere dönüştürmektedir. Kötü versiyonlu TKTL1 genini aktif hale getiren en önemli madde ise şekerdir.

 Şeker ve fermantasyon

Şeker, kanserli hücreleri fermantasyon yapması için harekete geçirir. Fermantasyon sayesinde aktif hale geçen kanserli hücreler çevresindeki sağlıklı dokulara zarar vererek vücudun savunma sisteminin işlevsiz kalmasına ve ardından bütün vücuda yayılarak metastazı oluşmasına sebep olur. Bu tip kanserli hücreler kemoterapi ve ışın tedavisine gibi klasik tedavi metodlarına karşı da dirençlidirler.

Kötü versiyonlu TKTL1 geninin faaliyeti doğru beslenme ile yavaşlatılır 

Anti kanser beslenme diyeti

  • Dengeli miktarda protein, yağ, lifli gıdalar, az miktarda karbonhidrat ve şeker tüketerek. (Açıklama: Az miktarda karbonhidrat ve şeker tüketerek kanserli hücrelerdeki fermantasyon metabolizmasını yavaşlatıp, kötü verziyonlu TKTL1 geninin aktivitesini durdurur.
  • Yemek öncesi ve sonrası salgılanacak olan insülin miktarındaki dalgalanmaların önüne geçmek için az yemek 
  • Spor yaparak bir taraftan vücuttaki yağ yakması sağlanırken diğer taraftan kalbin güçlenmesi sağlanmalı (Açıklama: Güçlü bir kalp, organlarda kanser hücrelerinin oluşumunu engellemede etkili rol oynamaktadır.)
  • Az miktarda karbonhidrat ve şeker tüketerek kanserli hücrelerdeki fermantasyon metabolizmasını yavaşlatıp, kötü verziyonlu TKTL1 geninin aktivitesini durdurarak.

Not 1 : Fermantasyon için en önemli enerji kaynağı, ekmek, makarna, pirinç, patates ve saf şekerdir.

Not 2 : Kanserli bir hücrenin, fermantasyon yapabilmesi için, sağlıklı hücreye göre 30 kat daha fazla şekere ihtiyacı duyar.

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Transketolase-like protein 1 (TKTL1) is required for rapid cell growth and full viability of human tumor cells

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Eşcinsellik doğuştan mı?..

14.05.2009 akşamı Reha Muhtarın yönettiği ve eşcinselliğin tartışıldığı bir programda, https://blog.uni-koeln.de/saltuerk/files/2011/05/136.jpg?w=102konukların, konu hakkında bilgi sahibi olmadan tartışmaları, benim bu makaleyi yazmama sebeb oldu
Yazmış olduğum bu makale kamuoyunu bilgilendirmek amacı ile yazılmış olup, Reha Muhtar tarafından 15.05.2009 tarihli Vatan gazetesinde yayınlanmıştır. 


Herkes sadece Ali Bulaç’ın üzerinde tam tam çalmakta, oysa Çok Farklı programına katılan diğer konuklardan bazıları da “Eşcinsellik toplumda özendiriliyor… Sonradan olma homoseksüeller ortalığı kaplayacak…” mealinde konuşmalar yaptılar…

Bu konu Bülent Ersoy konusunun ötesinde de önemli…
Cemil İpekçi, Ali Bulaç’la konuşurken “sonradan olma homoseksüellik diye bir şeyin olmadığını” söyledi…
Ama programın o ateşli atmosferinde bu sözler kayboldu gitti…

Köln Üniversitesi Genetik Bölümü’nde görevli okuyucum Mehmet Saltürk “gayet bilimsel” bir mail gönderdi bana dün… Eşcinsellik doğuştan mı, yoksa kültürel şartlarla gençlerin sonradan özenmesiyle olabiliyor mu sorkusunu bilimsel verilerle yanıtlıyor…

Eşcinsellikte su ana kadar kabul edilen teori Sigmund Freud’un tanımıydı” diyor, “Bu kurama göre eşcinsellik, erkeklerde koruyucu bir anne ve ona uzak duran bir babadan tetiklenen bir durumdu… Ancak bunun tamamen yanlış olduğu ortaya çıktı günümüzde” diye açıklıyor…

Peki nereden kaynaklanıyor eşcincellik:
İşte Köln Üniversitesi Genetik Bölümü’nun uzmanlarından Mehmet Saltürk’ün açıklaması…

***

“Eşscinselliğin, erkek çocukların doğum sırası ile ilgili oldugu artık neredeyse kesin gibidir.
Her erkek çocuğun doğumu, kendisinden sonra doğacak erkek cocugun eşcinsel olma ihtimalini yaklasik olarak % 3 – 4 oranında artırmaktadır.

Daha önce erkek çocuğa hamile kalmış, bir anne, doğuracağı yeni bir erkek çocuğun eşcinsel olma ihtimalinin kuramsal olarak ilk erkek çocuğa göre daha fazla olduğunu bilmelidir…

***

Erkek embriyo Y kromozonundaki üç adet Gen Anti-müller hormonu şifreler…
Anne de buna karşı Histocombatibliyt antikoru olusturur…
Annenin her erkek çocuğa hamileliğinde vücudundaki Histocombatibilyt antikorunun konsantrasyonu artar...

Annenin oluşturduğu Antikor erkek çocuk embrosunun beyninin erkekleşmesini engeller.
Genital olarak erkektir ama beyinsel olarak erkekleşemez…
Bu onların diğer erkeklerden hoşlanmasını, kadınlara karsı ilgisiz kalmasını sağlar…”

***

Mehmet Saltürk’ün açıklaması ne söylüyor?..
Genetik olarak annenin koruyucu amaçla salgıladığı Antikor’un konsantrasyon oranının artması durumunda erkek çocuk embriyosunun erkekleşmesinin engellendiğini söylüyor…
Bu durumlarda kişi genital olarak erkek, beyinsel olarak “erkekleşmemiş” oluyor…

Bunu uzun uzadıya aktarmanın nedeni ise başka:
Türkiye’de muhafazakarlık ya da dincilik adı altında, “homoseksüellik palazlanıyor… Özendirilerek gençlerin gay olmasına yol açılıyor…” diye bir propaganda yapılmakta…
Propaganda sadece propaganda olarak kalsa iyi, oysa bunun üzerinden kısıtlamalara ve hedef göstermelere kadar varıyor işler…

***

Eşcinsellik, dünyadaki her toplumda, her sosyal grupta, her din, her kültürde aşağı yukarı aynı orandadır… “diyor Mehmet Saltürk
“Kimi toplumlarda çok, kimilerinde az görünür olması, aslında sadece toplumun eşcinselliğe toleransı ile ilgili bir durumdur.
Yani oran aynıdır…
Ama bazı toplumlar eşcinsellere cok büyük bir “mahalle baskısı” uyguladığından, eşcinselliğin o toplumlarda az görünen bir durummuş gibi algılanmasına neden olurlar… “şeklinde son veriyor mail yoluyla gönderdiği makalesine…

Makaleden çıkan sonuç şu ki, homoseksüellik öyle özendirmeyle, bezendirmeyle çıkmıyor ortaya…
Varolan şey toplumdaki duruma göre ortayşa çıkıyor veya gizli gizli devam ediyor…
Hayatta insanların yaşam biçimlerinin özgürlüğünü savunmak ” demokratlığın olmazsa olmaz “ koşulu…

Ben isterdim ki, her konuda bireyin yaşam hakkını, giyim hakkını, inanç hakkını savunan ” demokrat “ beyinler, bilimsel veriler ışığında herkesin cinsel ayrımına da aynı saygıyı gösterebilsin…

Darbecilik berbat da…
Irkçılık, faşizm, insanlara nefret aşılama, kadınlara, cinslere, etnisitelere göre ayrımcılık berbat değil mi yoksa?.

http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?Newsid=238431&Categoryid=4&wid=136       

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Kaynak

H-Y Antigen and Homosexuality in Men

Journal of Theoretical Biology Volume 185, Issue 3, 7 April 1997, Pages 373-378

 Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.