Maneviyat, doğurganlık ve genler

Dünyada çeşitli ülkelerde anketler yapan „World Values Survey“ adlı bir kuruluş, 1981 ile 2004 yılları arasında, 82 ülkede inanç ile çocuk sayısı arasındaki ilişkiyi ele alan bir araştırma yaptı.

Bu araştırmaya göre;

  • Haftada birden fazla ibadet yapan kişilerde ortalama çocuk sayısı 2,5
  • Ayda ortalama bir kez ibadet edenlerde çocuk sayısı 2,01
  • Extrem dindar, örneğin „Amish* gibi tarikatlarda ortalama çocuk sayısı 6,2
  • Seküler ve hiçbir dine mensup olmayan ateistlerde ise ortalama çocuk sayısı 1,67 dır.

Bu araştırmadan çıkan sonuç: Ne kadar fazla maneviyat, o kadar fazla çocuk sayısı…

Cambridge üniversitesinden ekonomi profesörü Robert Rowthorn, yapmış olduğu model hesaplama yöntemi ile toplumda azınlık durumundaki bir tarikatın, belirli bir süre sonra çoğunluk durumuna gelmesinin kaçınılmaz olduğunu gösteriyor.

Prof. Rowthorn ayrıca, „Dindarlık, Doğurganlık ve Genler“ arasındaki ilişkiye dikkat çekerek, dinlerin evrimsel süreçte genler aracılığı ile populasyonların sosyal yapısına değiştireceğini söylüyor. Prof. Rowthuorn´un geliştirmiş olduğu bu model dindarlığa sebeb olan geninin, gen havuzunda çok hızlı bir şekilde artarak dominant duruma geçeceğini dolayısı ile dindar nüfusun aşırı bir şekilde artacağını gösteriyor.

Dindarlık genin, birçok seküler ve ateistlerde de çekinik olarak bulunabileceğine dikkati çeken Prof. Rowthorn, yapmış olduğu bu çalışmayı „Proceedings of the The Royal Society B“ dergisinde yayınlamıştır(1).

Seküler ve ateistlerin populasyonda varlıklarını sürdürebilmesi için en az ortalama iki çocuk yapmaları gerekirken bu sayıya hiçbir zaman ulaşamamışlardır.

Genler inanışa nasıl etki eder

Bu soruyu cevaplamadan önce genlerin yapısı ve fonksiyonlarına kısaca göz atmak gerekiyor. Genler, yapısal ve fonksiyonel görevleri olan protein / hormon / enzimlerin üretilmesini sağlayan genetik şifreyi içerir.

Her insanda aynı genler olmasına rağmen her gen kişiden kişiye küçük değişiklikler içerir. Bu küçük değişiklikler deri rengi, boy, saç rengi, göz rengi, kan grubu gibi, kişiden kişiye değişebilen yapısal farkların oluşmasını sebep olur.

Bazı genler ise, korku, cesaret, neşe, heyecan, stres, inanç, sevgi, arkadaş seçimi, eş seçimi, yetenek gibi kişiden kişiye değişebilen fonksiyonel farkların oluşmasını sağlar. Bunlar genelde soyut fonksiyonları olan bu genlerdir ve çoğunlukla çevrenin etkisi ile çalışmaya başlar ve birçok genin açılıp kapanmasını tetikleyerek zincirleme reaksiyonlar şeklinden devam eder. Bazı genlerin fonksiyonları ise çevre etkisine gerek kalmadan direkt doğumla birlikte başlar. (Örneğin; yılan gören tüm canlılar böbrek üstü bezlerinde bulunan ADRA1D* geni tarafından adrenalin salgılanarak, beyin „kaç“ komutu verir. Tüm canlılar hayatlarında hiç yılan görmeseler bile yılandan korkar (istisnalar hariç). Sadece korkunun şiddeti farklıdır. Kimisi az, kimisi çok korkar. Korkudaki bu şiddetin farkı ADRA1D genindeki küçük değişikliklerden kaynaklanır. Gendeki bir harflik küçük bir değişiklik, farklı yapıda adrenalin salgılanmasına sebeb olur.)

Bilim inanç için ne diyor ?

Oxford üniversitesinden evrim biyoloğu Prof Dawkins, yeryüzünde bulunan yüzlerce dinin, generasyondan generasyona ebeveynler aracılığı ile aktarılan kültürel bir olgu(Mem) olduğunu söylüyor ama asıl önemlisi dine yönelimin genlerin kontrolünde olduğunu belirtiyor. Dawkins evrimsel süreçte, üremeyi belirleyen genler ile inancı belirleyen genler arasında karşılıklı etkileşime dikkat çekiyor.

Dawkins maneviyat için şöyle diyor: „Evren nasıl olmuştur, insan nasıl olmuştur, ölümden sonra ne olacak “gibi cevabı zor sorular karşısındaki bilinmezliğin yarattığı korkunun beyinde oluşturduğu imgesel yansımasıdır. “

Dawkins. „Bilinmezliğin oluşturduğu korkunun, genler tarafından üretilen hormonlar ile bastırılarak, beyin biyokimyasının değişmesine ve kişinin biat etmesine sebeb olur“ diyor,

Astrobiyolog Carl Sagen´da „Tanrının kapısını çalan bilim“ adlı kitabında da benzer bir ifade kullanmıştı. Hatta Carl Sagen biat etme hormonuna fantazi bir isim bile bulmuştu. Carl Sagen bu hormona „Theopin“ adını koymuştu.

Theo : Tanrı, Pin : Hormon isimlerinin arkasına gelen ek.

Minnesota üniversitesi’nde prof. Bouchard, çok küçük yaşta değişik ailelere evlatlık verilen tek ve çift yumurta ikizleri ile yapmış olduğu bir araştırmada, tek yumurta ikizlerindeki maneviyat benzerliğinin %62, çift yumurta ikizlerindeki benzerliğin ise %2 olduğunu bulmuştur. Prof. Bouchard araştırmasında, tek yumurta ikizlerinin bakıcı ailelerinden bağımsız dinsel bir kimlik geliştirdiklerini söylüyor ve bu dinsel kimliğin tek yumurta ikizlerinde %62 oranında benzerlik sağlamasının ancak genlerle açıklanabileceğini savunuyor(2)(3).

Not: Tek yumurta ikizleri genetik olarak birbirlerine çok benzerken çift yumurta ikizlerinde bu benzerlik çok daha azdır.

VMAT2 / God Gene (Tanrı Geni)

Kaliforniya Redline Üniversitesinden genetikçi Prof. Dean Hamer, inançlı ve inançsız birçok insanla yapmış olduğu gen analizlerinde, 10. kromozomda bulunan VMAT2 genin 52., 54., ve 71. pozisyonlarıda noktasal mutasyonlar (polymorphic) bulmuştur. Dean Hamer bu noktasal mutasyonlardan kaynaklanan hormonal farkın maneviyatta belirleyici rol aldığını söylüyor. Dean Hamer, ayrıca maneviyatı belirleyen onlarca daha gen olduğunu söylüyor(4).

Dünyayı bekleyen tehlike: Uzmanlar, yakın gelecekte dominant karakterdeki dindarlık genlerinin, popülasyon nüfusunu artırmadaki eğiliminin, sınırlı olan doğal kaynakların kullanımında problemler çıkartabileceğine dikkat çekiyor.

Sonuç

Dünya nüfusunun genlerin kontrolünde, kontrolsüz bir şekilde artması ile, dinler arası büyük savaşların çıkması kaçınılmaz olabilir. Nüfusuna güvenen her tarikat, her dinsel grup diğerini tahakküm altına almak isteyebilir.

Açıklama: Prof. Rowthorn „Dindarlık, Doğurganlık ve Genler“ üzerine yapmış olduğu bu çalışma genetikçiler için yabancı olmayan bir konuydu.


  • Amish*: Bu tarikattaki üye sayısı 1991 ile 2010 yılları arasında 123.000 den 249.000 çıkmıştır. Tarikatın üye sayısı bu şekilde artmaya devam ederse yüzyılın sonuna doğru 7 milyon olması bekleniyor. Ortodoks bir tarikat olan Haedi’de de durum aşağı yukarı aynı
  • ADRA1D geni*:  Adrenalin, insanda farklı kromozomlarda bulunan 8 gen tarafında değişik formlarda salgılanır. Bu değişiklikler bazen normların dışında büyük mutasyonlar şeklinde de olabilir.

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++++++

Kaynaklar :

  1. Religion, fertility and genes: a dual inheritance model
  2. Intrinsic and extrinsic religiousness: genetic and environmental influences and personality correlates
  3. Experimenting with Spirituality: Analyzing The God Gene in a Nonmajors Laboratory Course

Bu blogtaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Eş ve arkadaş seçiminde genlerin rolü

Eş ve arkadaş seçiminde benzer karakter ve özellikteki insanların bir araya gelerek yollarını birleştirdiği düşünülür. Çoğu zaman tesadüflerin rol oynadığı sanılan eş ve arkadaş seçiminde pek de farkına varılamayan genetiksel bir uyum söz konusudur. Bu uyum birçok insan tarafından bilinmemesine rağmen bilim çevrelerinin yabancı olmadığı bir konudur. Değişik sosyal gruplarla yapılan genetik çalışmalar aynı sosyal grup içerisinde birbiriyle dost olan veya olmayan bireylerin genetik benzerliğine yada farkına dikkat çekiyor.

Eş seçimi 

İsviçreli biyolog Claus Wedekind yapmış olduğu terli T-Shirt deneyi (Sweaty t-shirt study*), eş seçiminin hiçte özgür irademizle yapmadığını gösteriyor.http://saltuerk.files.wordpress.com/2011/05/mhc_i_vs_mhc_ii.png?w=300&resize=190%2C156

Sweaty t-shirt study* Bu deney için birçok erkekle iki gün boyunca aynı T-Shirt giydiriliyor ve kendilerine iki gün boyunca hiçbir parfüm ve deodorant kullanmamaları söyleniyor. İki gün sonra çıkarılan T-Shirtler çeşitli kadınlara koklatılıyor ve kendileri hangi kokunun çekici olduğu soruluyor.

Sonuçlar gerçekten ilginç. Kadınların yapılan gen analizleri, tercih ettiği erkeğin MHC geninin belirli bir kısmındaki nükleotid diziliminin belirleyici rol oynadığını gösteriyor. Bu gen, kişiye özel vücut kokusunu belirleyen bir gendir. Gende farklı dizilim farklı vücut kokusu anlamına gelmekte, ama asıl önemli olan MHC geninin enfeksiyonel hastalıklarda vücudun dirençli olmasını sağlayan antikorları üreten genetik şifreyi içeriyor olması.

Antikor ile eş seçimi arasında nasıl bir ilişki var ?

Bu ilişkiye geçmeden önce canlılarda eş seçiminin evrimsel geri planına kısaca değinmek gerekiyor.
Eş seçimininin evrimsel geri planında türün sağlıklı yeni nesiller üreterek devamını sağlaması yatar. Buna göre eşini seçecek olan bir dişi sadece hoşuna giden erkeği değil aynı zamanda kendisine sağlıklı çocuklar doğurtacak erkeği de seçer. Bu ikinci özelliğin seçimi (genetiksel seçim) insanlarda çoğu kez farkına varılmadan yapılır.

Şimdi gelelim antikor, MHC geni, ve eş seçimi arasındaki ilişkiye…

Her iki ebeveynde bulunan MHC geni ne kadar farklı olursa doğacak olan çocuğun hastalıklara karşı direnci o kadar fazla olmaktadır. Elbetteki genlerdeki dizilimi gözle görmek ve ona göre eş seçmek imkansızdır. Eş seçimindeki bu zorlu görevi, MHC geninin vermiş olduğu ve kişiye has vücut kokusu üstlenmektedir. Bu sayede bizler ve diğer canlılar fark etmesek de eş seçimi genlerimizin kontrolünde yapmaktayız. (En azından batı toplumlarının büyük bir kısmında böyle). Hayvanlarda bu yolla yapılan eş seçimi, neredeyse %100 e varan bir doğrulukta yapılmaktadır.

Not: Eş seçiminin aile ve yakın çevrenin telkinleri ile yapıldığı feodal toplumlarda mutlu bir evliliğin gerçekleşmesi kelimenin tam anlamı ile şansa kalmış birşey. Bu tür evliliklerde gen uyumu tesadüfen olacağından hem evliliğin hemde doğacak çocukların sağlığı tesadüflere bağlıdır.

Laboratuvarda farelerle yapılan küçük bir uygulama

MHC geninin dizilimi aynı olan farelerleri yan yana koyarak yapılan deneylerde erkek ve dişi farelerin birbirine karşı ilgisiz olduğu, çoğunlukla yavrulamadığı eğer yavrulasa bile çoğunlukla sağlıksız yavrular elde edildiği görülmüştür.

Arkadaş seçimi

Arkadaşları bir araya getiren paylaştıkları ortak duygu ve düşünceden daha çok genetik benzerlik ve farklılıklardır. Değişik sosyal gruplardaki arkadaşların genleri incelenerek yapılan araştırma dikkatleri arkadaşlar arasındaki genetik benzerliğe zaman zaman da farklılığa çekmektedir. Bu konuda devam eden çalışmalar arkadaşlık kurmayı belirleyen birçok genin daha olduğuna işaret ediyor.

Ocak 2011 yapılan bir çalışmadan iki örnek

Bu çalışma için ilk etapta 6 aday gen arasından iki gen incelenmeye alınıyor. Bu iki ayrı gende bulunan varyasyonların arkadaşlığın oluşmasında etkili olduğu görülüyor.

  1.  DRD2 geni: Bu gen ile yapılan daha önceki çalışmalardan bu gende bulunan bazı varyasyonların kişiyi alkol bağımlısı yaptığı biliniyor.http://saltuerk.files.wordpress.com/2011/05/1.jpg?w=208&resize=188%2C163 Belirli bir sosyal grup içinde alkol bağımlısı ve aynı zamanda iyi arkadaş olan tüm bireyler inceleniyor. Bu arkadaşların hepsinin DRD2 genlerinde, alkol bağımlılığına sebeb olan aynı varyasyonların bulunduğu tesbit ediliyor. Yani bir alkol bağımlısı başka bir alkol bağımlısı ile iyi arkadaş olabiliyor. Bu kişilerin grup içerisinde alkol bağımlısı olmayan kişilerle arkadaş olmaya pek meyilli olmadıkları da tespit ediliyor.
  2.  CYP2A6 geni: Bu gende durum biraz farklı. Bu genin içerisinde birçok değişik varyasyon bulunmakta ve bu genin değişik varyasyonlarına sahip olan kişilerin birbirleriyle daha iyi arkadaş olduğu tespit ediliyor.

Bireylerin CYP2A6 genlerindeki varyasyonlar birbirlerine göre hem aynı hemde farklı ise en iyi arkadaşlıklar bu bireylerde arasında oluşuyor. Ayrıca CYP2A6 geninin insanda karakter oluşumunda etkili olduğu biliniyor.

Mehmet saltürk

++++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++++++

Kaynaklar

  1. MHC-Dependent Mate Preferences in Humans
  2. Correlated genotypes in friendship networks

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Sigara alışkanlığı ve genetik yatkınlık

Sigarayı bırakmak mümkün mü? 

Bu sorunun cevabı kimine göre mümkün kimine göre imkansız… Nature Genetics dergisinin 19 ekim 2009 tarihli sayısında yayımlanan bir araştırma toplumda yaygın olan görüşün aksine sigarayı bırakmada iradeden çok genetik mutasyonların önemli olduğunu gösteriyor.

Bu araştırmadan çıkan sonuca göre sigarayı bırakabilmek ya da bırakamamak genlerimizde bulunan noktasal mutasyonların(SNP)* nerede ve nasıl olduğuna bağlı olarak değişiklik gösteriyor.

Sigara alışkanlığının nedeni genlerimizde saklı Daha önce yapılan birçok araştırma da sigara bağımlılığının derecesinin kişiden kişiye değişen gen varyasyonlarından (mutasyonlar) kaynaklandığını gösteriyordu. Bu mutasyonlar gerek Nature Genetics dergisinde yayınlanan makaleler ile gerekse Decode Genetics ve Pharmariese Glaxo-Smith-Kline adlı firmaların yapmış olduğu çalışmalar ile defalarca teyid edilmiştir..

Son yapılan bu çalışma ise sigara bağımlılığı ile direkt ilgisi bulunan mutasyonların hangi gende ve genin neresinde bulunduğunu gösteriyor. 140.000 kişi ile yapılan bu büyük çaplı genetik çalışma çeşitli kromozomlar üzerinde bulunan ve kişiden kişiye değişen noktasal mutasyonların nerede oldugunu tam olarak göstermesi ve kişinin günlük sigara tüketimini belirlemesi açısından büyük önem taşıyor.

Başka bir ifadeyle mutasyonun yeri ve şekli sadece ne kadar kuvvetli sigara tiryakisi olacağımıza karar vermekle kalmıyor aynı zamanda sigarayı kolay mı yoksa zor mu bırakacağımıza ve hatta hangi hastalıklara daha yatkın olduğumuza da kara veriyor.

Örneğin;

  • 8. ve 19. kromozomda mutasyon bulunanlar çok sigara içiyorlar. Bu grup aynı zamanda akciğer kanseri riskininin en yüksek olduğu grup.
  • 15. kromozomda mutasyon bulunanlar da çok sigara içmekle beraber bunların tiryakiliği ve hastalığa yakalanma riski biraz daha düşük.
  • 11. kromozomda mutasyonu bulunanlar bir ihtimal çok sigara içiyorlar. (tam olarak belli değil)
  • 9. kromozomdaki mutasyon özel bir mutasyon olduğu için bu gruptakiler hafif tiryaki oluyorlar.

Sonuç

Sigara içildikçe beyinde sürekli dopamin ve serotonin salgılanarak keyif alınıyor.  Genlerinde bu varyasyonlar bulunanlar eğer bir şekilde sigaraya başlarsa vücutları en kısa zamanda nikotine bağımlı hale gelebilir. Nikotin, Dopamin ve Serotonin salgılanmasını tetikleyerek kişinin sürekli keyif almasına, keyif aldıkça sigara içmesine, sigara içtikçe keyif almasına sebep olmaktadır.

Sigaraya hiç başlamamış kişilerin genlerinde bulunması muhtemel bu mutasyonları düşünerek sigaraya hiç el uzatmaması gerekir. Çünkü vücut bilinmeyen keyfe yabancıdır ve hiçbir zaman bu keyfe ihtiyaç duymayacaktır.

Mutasyonlar neden önemli

Genlerdeki nükleotid dizilimininin sırası o genin sentezleyeceği enzimin genetik şifresini içerir. Mutasyonlu genlerde ise bu şifre farklıdır ve bu farklılık olması gerekenden farklı bir enzimin sentezlenmesine sebep olur. Mutasyon nedeni ile yapısı değişen enzim beyindeki Nikotin Yakalayıcı Reseptörler tarafından yakalanır. Yakalanan bu enzim beyinde mutluluk hormonu olarak adlandırılan dopamin ve serotonin üretilmesini tetikler.

SNP*DNA ların yapı taşı olan nükleotidlerden sadece bir tanesinin “A” yerine “G”, veya “C” yerine “T” gelmesi şeklinde olan mutasyonlardır Sigara bağımlılığının derecesini belirlemede önemli rol oynayan bu noktasal mutasyonlara Single Nucleotide Polymorphism(SNP)* adı verilmektedir.

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++++++

Kaynaklar

  1. Sequence variants at CHRNB3CHRNA6 and CYP2A6 affect smoking behavior
  2. Genome-wide meta-analyses identify multiple loci associated with smoking behavior

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Sigara, içildikten 15 dakika sonra genlere zarar vermeye başlıyor.

Dünyada hergün 3000 kişi sigaranın sebep olduğu akciğer kanserinden ölüyor. Sigaranın akciğer kanseri dışında 18 kanser çeşidine daha sebep olduğu bilinmektedir.

Minnesota üniversitesi toksikoloji bölümünün 12 gönüllüden oluşan sigara içicisi ile yapmış olduğu bir araştırma, sigaranın vücuda vermiş olduğu zararın tahmin edilenden çok daha hızlı olduğunu ortaya çıkardı.

Sigarada bulunan ve akciğer kanserine sebep olan Polycyclic aromatic hydrocarbons’ların (PAHs)* vücuda hangi hızda zarar verdiği şimdiye kadar pek bilinmiyordu. Şu ana kadar akla gelmeyen basit ama etkili bir yöntem ile bu zarar artık ölçülebiliyor.

Metot

Bu uygulama, başka bir bir PAHs olan phenanthrene nin yapısındaki hidrojen atomu çıkarılarak yerine Etiketlenmiş deuterium konulması ile yapılıyor. (Bu değişiklik etiketlenmiş Deuterium un vücutta nereye gittiğinin kolayca takip edebilmek için.) tx-2010-00345x_0006

Sonuç

Yapısı değiştirilmiş sigarayı içen gönüllülerden 10’ar dakika ara ile alınan kan örneklerinin yapılan gen analizleri, içilen her sigaranın içildikten 15 dakika sonra vücutta atık madde üretildiğini gösterdi. (Bu tespit, etiketlenmiş deuterium takip edilmesi ile yapılıyor.)
http://saltuerk.files.wordpress.com/2011/05/ohnetitel.jpg?w=300&resize=243%2C147

Oluşan bu atık maddeler DNA’ya kısa bir zaman içerisinde zarar vererek DNA’da mutasyonlar  oluşmasına sebep olmaktadır.

Ek bilgi : İçilen her 15 sigarada bir genetik mutasyon oluşmaktadır. Bu mutasyonların bazıları tümör oluşturarak kansere sebep olmaktadır. Sevindirici olan ise bu mutasyonların çoğu zararsız mutasyonlar olmasıdır. (Kaynak)

PAHs* lar, benzol halkalarından meydana gelen, yapısında Karbon ve Hidrojen moleküllerini bulunan vücut için zararlı bir kimyasallardır. Birçok değişik şekli bulunur, bunlardan bazıları Acenaphthylen, Acenaphthen, Fluoren, Phenanthren dir

Mehmet Saltürk

+++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
+++++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Immediate Consequences of Cigarette Smoking: Rapid Formation of Polycyclic Aromatic Hydrocarbon Diol Epoxides

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Aşk aptallaştırıyor

Aşk insanı aptallaştırır, aşkın gözü kördür gibi aşk üzerine espri ile karışık söylenmiş bu sözlerin yanlış olmadığı bilim çevrelerince uzun zamandır biliniyordu. Bu konuda yapılmış birçok çalışma var ve bu çalışmalarda aşık olan kişinin beyin kimyasında büyük çalkantıların olduğu defalarca ortaya konmuştu.

Viyana Üniversitesi Davranış Biyolojisi bölümünün hamsterler ile yapmış olduğu ve Physiology & Behavior dergisinde yayınladığı bir çalışmada ise konunun başka bir boyutu ele alındı.

Yapılan araştırmada hamsterlar iki gruba ayrıldı.

  1. Grupta erkek ve dişi hamsterlar yan yana konuldu. Her kafese bir erkek, bir dişi olmak üzere iki hamster konuldu ve yeterince sayıda  cinsel ilişkiye girmeleri sağlandı.
  2. Gruptaki hamsterlar kafeste yalnız bırakıldı.

labirent bSonuç

  • Yalnız kalan hamsterler bu testi kolaylıkla başarırken çift olarak kalan tüm hamsterler Labirent  testinde başarısız oldular. Ayrıca Labirent Testine tabii tutulan çiftlerin tümü öğrenmeye karşı da ilgisizdiler.
  • Laboratuvarda yapılan hormon analizlerinde de ilginç sonuçlar elde edildi. Çift kalan hamsterların beyinleri, yalnız kalan hamsterların beyinlerine göre, daha fazla Oxytocin hormonu (aşk hormonu) üretildiği bulundu. (Daha önce yapılan testlerde Oxytocin’in hamsterleri aptallaştırarak mantıklı düşünmelerini engellediği biliniyordu.)

Çift kalan tüm hamsterların Labirent Testinde başarısız olmasının başka bir nedeni de, stresten dolayı böbrek üstü bezlerinin aşırı derecede kortizol salgılaması ve buna bağlı olarak hippocampus un olumsuz yönde etkilenmesi…(Olumsuz yönde etkilenen hippocampus beyindeki enformasyon akışını olumsuz yönde etkilemektedir.)

  • Aşk, kişiyi sadece aptallaştırmak ile kalmıyor aynı zamanda strese de sokuyor.a

Ek bilgi: İnsanda oxytocin ve vasopressin 20. kromozomda bulunan iki küçük gen tarafından kodlanmaktadır. Bu hormonları sentezleyen bu iki gene aynı zamanda Eşe Bağlılık Geni de denmektedir. Oxytocin, OXT-001 geni tarafından, Vasopressin ise AVP geni tarafından kodlanır. Bu iki genin kişiden kişiye değişik varyasyonları bulunmaktadır. Bu varyasyonların şiddeti kişinin eşine bağlılığını derecesini belirler (veya hiç bağlanmamasını).

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

 Orijinal makale

Spatial learning and memory differs between single and cohabitated guinea pigs

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Alzheimer tedavisinde yeni bir umut, Statin

Alzheimer, şimdilik tedavisi mümkün olmayan hafıza kaybı hastalığıdır. Hastalığa sinir hücrelerinrn1652-f3 üzerinde birikerek beyne enformasyon akışını engelleyen Amyloid-beta-Peptid plakları sebep olmaktadır. Hastalığın erken safhasında, yakın geçmişle ilgi hafıza kaybı, ilerleyen safhada sıkça görülen unutkanlık ve son safhada ise tanıma fonksiyonlarında bozukluklar başlar.

Yapılan son araştırmalardan elde edilen sonuçlar, kolesterol düşürücü ilaçlarda kullanılan Statin‘in Amyloid-beta-Peptid plaklarını yok ettiğini gösteriyor ve bu da alzheimer hastalarının Statin içerikli ilaçlar ile tedavisinin mümkün olabileceği konusunda umut vaad ediyor.

Statin vücutta nasıl çalışıyor?

  • Statin, Amyloid-Beta-Peptid plaklarını parçalama özelliği olan IDE-enziminiF1.large* kodlayan genin çalışmasını teşvik ederek Amyloid-Beta-Peptid yok edilmesini sağlıyor(Statin´in bu etkisi, kolesterolü düşürme fonksiyonundan tamamen bağımsızdır.)
  • Statin, aynı zamanda İsoprenoid’ín sentezlenmesini engelliyor. İsoprenoid’ín engellenmesi beyinde Mikrogliazellen* oluşmasına, dolayısı ile IDE enziminin çoğalmasına sebeb oluyor, bu da yukarıda belirtildiği gibi Amyloid-Beta-Peptid plaklarının yok olmasını hızlandırıyor.

Sonuç : Statin`in metabolizmada nasıl çalıştığının anlaşılması, çıkacak olan yeni jenerasyon alzheimer ilaçların tedavide umut vereceğini gösteriyor.

  • IDE enzimi*: insulin degrading enzym.
  • Mikrogliazellen*Mikrogliazellen sinir hücrelerinin üzerinde koruyucu bir kılıf oluşturarak elektriksel izolasyonu sağlar.

Mehmet Saltürk

+++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
+++++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Statins Promote the Degradation of Extracellular Amyloid β-Peptide by Microglia via Stimulation of Exosome-associated Insulin-degrading Enzyme (IDE) Secretion

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Sebze ve meyva, kanseri önlemede etkili mı

Sigaranın kansere sebep olduğu herkes tarafından bilinmesine rağmen fazla kilo ve alkolün risk faktörü olarak tüm kanser türleri arasında sigaradan sonra ikinci sırada yer aldığını birçok uzmanın bile bilmediği bir konu.

Araştırmalar, vücut ağırlığının kabul edilebilir sınırlar içerisinde olması kanser riskini önemli ölçüde düşürdüğünü gösteriyor.

Fazla kilo ve alkol neden tehlikeli

Fazla kilo; Hormon dengesini bozduğu için başta meme , bağırsak ve yemek borusu kanser olmak üzere birçok kanser türüne sebep olmaktadır.

Alkol; Alkol içildikten bir müddet sonra vücutta parçalanmaya başlar ve parçalanma sonucu ortaya çıkan kimyasallar meme, karaciğer, bağırsak ve ağız kanserleri gibi kanser tiplerine sebep olmaktadır.

Ne kadar alkol tüketilmeli ?

Mümkünse hiç tüketilmemeli. Eğer tüketilecek ise ölçüyü kaçırmamak gerekir…

  •  Kadınlar için, günlük küçük bir kadeh
  •  Erkekler için, günlük küçük iki kadeh

Sebze ve meyvanın kanseri önlemede etkis var mi ?

Oxford üniversitesinin yapmış olduğu ve 30 kasım 2010 tarihinde British Journal of Cancer dergisinde yayınlanan bir çalışmada, sebze ve meyvenin sağlıklı olmasına rağmen kanseri önlemede çok da önemli bir etkisinin olmadığı görüldü.

Sebze ve meyva kanseri önlemede çok fazla etkili değil ama yaşam tarzında yapılacak küçük değişiklikler olası bir kanser riskini büyük ölçüde düşürebilir. Bu bağlamda yapılması gereken şey öncelikle fazla kilolardan kurtulmak ve alkolden mümkün olduğunca uzak durmak.

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Fruit and vegetables and cancer risk

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Süt “Diyabet 2” riskini düşürüyor.

Harvard üniversitesi halk sağlığı ve kardiyoloji bölümü Süt tüketimi ile diyabet riski arasındaki ilişkiyi inceleyen bir istatiksel çalışma yaptı. 20 yıl süren ve 3736 kişiyi kapsayan bu araştırmanın sonuçları Annals of Internal Medicine Aralık 2010 sayısında yayınlandı.

Yapılan araştırmadan çıkan sonuçlar

http://saltuerk.files.wordpress.com/2011/05/221292920556.jpg?w=297&resize=238%2C85

  • Düzenli olarak süt ve süt mamulleri tüketenlerde diyabet 2 nin az görüldüğü ve bu kişilerin yapılan kan tahlillerinde Trans-Palmitoleik Asit* konsantrasyonunun yüksek çıktı.
  • Süt ve süt mamullerini az veya hiç tüketmeyenlerde diyabet 2 nin fazla görüldüğü ve bu kişilerin yapılan kan tahlillerinde ise Trans-Palmitoleik Asit konsantrasyonunun düşük çıktı.
  • Süt ve süt mamulü tüketenlerde, diyabet 2 riskinin % 60 oranında düştü. iyi kolesterolün (HDL) yükseldi. Triglycerid miktarının da düştü.

Trans-Palmitoleik Asit*: Doymamış bir yağ asiti olup, vücut tarafından üretilemez, bu yüzden dışarıdan besin yolu ile alınmak zorunda. Trans-Palmitoleik Asidi en fazla süt, yoğurt ve peynirde bulunmaktadır.

Not: Bu araştırmadan çıkan sonuçlar istatiksel olup, Trans-Palmitoleik Asitin vücuttaki rolü henüz tam olarak bilinmemektedir.

Mehmet Saltürk

+++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
+++++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Trans-Palmitoleic Acid, Metabolic Risk Factors, and New-Onset Diabetes in U.S. Adults

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.  

Stres ne zaman hasta yapar ?

Hem insanlar, hem de hayvanlar stres karşısında farklı tepkiler verirler. Strese karşı bazı insanlar çok hassas olurken bazıları stresten ya hiç, ya da çok az etkilenirler. Uzun zamandır bunun sebebi pek bilinmiyordu. Yapılan araştırmalar ile bu sorunun cevabı arandı ve bulundu.

Sorunun cevabı merkezi sinir sisteminde.

Merkezi sinir sisteminde bulunan AMPA-Reseptör adı verilen moleküler alıcıların yapısal farklılıklar göstermesi o kişinin stres karşısında hassas veya duyarsız olmasını sebep oluyor.

AMPA-Reseptörlerinin yapısı

AMPA-Reseptörlerinin yapısını genetik ve çevre şartları belirler. AMPA-Reseptörlerinin, GluR1, GluR2, GluR3, GluR4 olmak üzere dört alt grubu bulunur. Bu dört AMPA-Reseptörü, „Glutamat“ adı verilen nörotransmitterleri yakalar. Yakalanan glutamatlar hücrenin iyon kanallarının açarak hücre içine iyonların girmesini sağlar. içeriye giren iyonlar sinir hücreleri arasında enformasyon akışını sağlayan elektriksel impulsların oluşmasına sebep olurlar.

GluR1 ve GluR2 reseptörlerinin yakalamış olduğu nörotransmitterler iyon kanallarını açarak içeriye kalsiyum
http://saltuerk.files.wordpress.com/2011/05/web_pressebild.jpg?w=300&resize=246%2C193
iyonlarının girmesini sağlar ve elektriksel bir uyarı başlatılır ve bu uyarı ile beyindeki sinir hücreleri arasında enformasyon akışı başlamış olur.

Laboratuvar çalışmaları ve kullanılan metot

Laboratuvarda farelere haftalarca sosyal stres testi uygulanıyor.

Stres testi için fareler küçük gruplar halinde bir kafes içerisine konuyorlar. Fareler birbirlerine alışmaya ve aralarında bir hiyerarşi oluşmaya başladığında, başka grupların bulunduğu kafeslere konarak tekrar sosyal stres içerisine girmesi sağlanıyor ve bu stresli süre içerisinde farelerin stres hormonları ölçülüyor.

  • Strese dayanıksız farelerde GluR1 miktarı az, GluR2 miktarı fazla,
  • Strese dayanıklı farelerde, GluR2 miktarının az olduğu, tespit ediliyor.

Bu araştırmada ortaya çıkan enteresan bir sonuçta, strese dayanıklı farelerin, kısa süreli hafızalarının* çok kötü olması ve bunun sebebinin de GluR2 miktarının eksikliğinden kaynaklanıyor olması…

Sonuç

Kişinin stres karşısında zayıf veya dayanıklı olması genetik ve çevresel şartlara bağlı olarak değişiklik gösteriyor. Genetik olarak strese yatkınlığı olan kişiler stresle başa çıkma konusunda başarısız oluyorlar. Bu araştırmadan elde edilen sonuçlar ışığında, gelecekte stres ve depresyon ile mücadelede AMPA-Rezeptörinin durumuna göre kişiye özel tedavi uygulanabilecek.

Kısa süreli hafıza*: Bilgiler beyinde önce kısa bir süreliğine ön belleğe depolanır, daha sonra, ön bellekteki bilgiler önem sırasına göre sınıflandırılarak kalıcı belleğe alınır. Gereksiz olanlar ise silinir.

Mehmet Saltürk

+++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
+++++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Individual Stress Vulnerability Is Predicted by Short-Term Memory and AMPA Receptor Subunit Ratio in the Hippocampus

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Sigara, Romatoid artrit hastalığının ortaya çıkmasında en önemli risk faktörü

Romatoid artrit (RA), el ve ayak parmaklarındaki eklemlerde deformasyona sebep olan bir bağışıklık sistemi hastalığıdır. Hastalık, 40-60 yaşları arasında, el ve ayak eklemlerinde ağrılı şişlikler yaparak kendini gösterir. Hastalık, tedavi edilebilmesine rağmen tekrar ortaya çıkması engellenemiyor.

Sigara ve genetik yatkınlık

Sigara, bu hastalığın nedenleri arasında ilk sırada yer almaktadır. Her üç romatoid artrit vakasından birinin sigaradan kaynaklandığı tahmin ediliyor (Bu oran tam olarak bilinmiyor!!!).

Eğer kişinin bu hastalığa genetik yatkınlığı varsa, sigara içmek hastalığa adeta davetiye çıkarıyor. Ailesinde romatoid artrit hastalığı olup da sigara içenlerde ise bu risk daha da büyüyor.

Sigaranın, romatoid artrit sorumlu geni nasıl etkilediği, hastalığı nasıl tetiklendiği tam olarak bilinmiyor.

Bu sorunun cevabı bulmak için rastgele seçilmiş 1200 romatoid artrit hastası ve 871 sağlıklı insandan (kontrol grubu) oluşan bir denek grubu oluşturuldu. Araştırmaya katılan romatoid artrit hastalarına sigara içip içmediği soruludu ve ayrıca kan örneği alındı. Kan testlerinde riskli gen olarak tespit edilmiş olan HLADRB1 SE geni ve ACPA proteini* (Anti-citrullinated protein antibodies) analiz edildi.

ACPA proteini*, Romatoid artrit hastalığının ortaya çıkması ile birlikte vücut tarafından otomatik olarak üretilen bir antikordur. 

Test sonuçları

  • 20 yıl boyunca günde bir paket sigara içen tiryakilerin kanında çok fazla miktarda ACPA bulunduğunu görüldü. Sigarayı bırakanlarda ise sigarayı ne kadar süre önce bıraktığına bağlı olarak ACPA nin düştüğü görülmüştür. Örneğin 20 yıl önce sigarayı bırakanların kanında hiç içmeyenlerle eşit miktarda ACPA bulunduğu görüldü. Yani 20 yıl önce sigara bırakanlar ile hayatlarında hiç sigara içmemişler aynı riski taşıyorlar.
  • Tüm Romatoid artrit vakalarının % 20 si sigaradan kaynaklanıyor.
  • Erkekler kadınlara göre daha fazla risk altındalar.
  •  Romatoid artrite genetik yatkınlığı olanlarda durum daha kötü. Buna göre, Romatoid artrit hastalarının % 55 i genetik yatkınlık+sigaradan kaynaklanıyor.
  • Yapılan gen analizlerinde tüm romatoid artrit hastalarının % 50 sinde HLA-DRB1 SE geni nin iki kopyasının da hasarlı olduğu tespit edildi. (Hem anne, hem babadan gelen kopyalar)

Sonuç: Sigara, romatoid artrit hastalığı riskini ARTIRIYOR.

Mehmet Saltürk

+++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
+++++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Smoking is a major preventable risk factor for rheumatoid arthritis: estimations of risks after various exposures to cigarette smoke

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.