Elma kabuğunda bulunan “Ursolik Asid” kasları güçlendiriyor.

İskelet kasları, iskelet çevresinde bulunan ve hareketi sağlayan kaslardır.

İskelet kası atrofisi : İskelet kaslarında kimi zaman kas spazmı, kimi zaman kas yaralanmaları, kimi zaman da yaşlılık veya bir hastalığa bağlı olarak görülen bir kas-hacim-kaybı hastalığıdır. Hastalığın ağır seyretmesi durumunda kişi hareket yetisini kaybederek felç olur. Farede iskelet kası oluşumundan sorumlu 63 insanda 29 gen vardır (şimdilik bilinen genler bunlar). Bu genler, kas oluşumunda rol oynamaktadır.

Ursolic_acidBu genlerde meydana gelen mutasyonlar kodlanması gereken hormonlarda farklılıklar Graphical Abstractoluşmasına ve buna bağlı olarak kas erimesinin başlamasına sebep olurlar. Son yapılan araştırma, elma kabuğunda bulunan ursolik asitin bu genlerin aktivasyonunu değiştirerek kas erimesinin önüne geçtiğini gösteriyor.

Yapılan laboratuvar çalışmalarında kasları zarar görmüş farelerin ursolik asit tedavisinden sonra var olan kaslarının güçlendiği ve yeni kasların ortaya çıktığı görülmüştür. Ayrıca, ursolik asidin farelerde insülin ve IGF-1 hormonlarını olumlu yönde etkileyerek, kan-şekeri ve yağ seviyenin düşmesine sebep olduğu görülmüştür.

Bu araştırmada elde edilen sonuçların insanlara ne derece uygulanabileceği eğer uygulanabilecek ise ursolik asitin ne miktarda alınacağı yapılacak klinik çalışmalar ile ortaya çıkacak.

Not: Tedavi için alınan ursolik asitin, elmadan veya suni olarak dışarıdan alınmasının bir önemi yok.

Ohne TitelMehmet Saltuerk

++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltuerk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++++

Kaynak 

mRNA Expression Signatures of Human Skeletal Muscle Atrophy Identify a Natural Compound that Increases Muscle Mass

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz

Fazla kalsiyum spermler için zararlı.

Toplumda her yüz çiftin 15 inde kısırlık problemi görülmektedir. Bunlardan %40´ı  erkeklerden kaynaklanan rahatsızlıklardan gelmektedir.

Şu ana kadar verimsiz sperm üretimi veya sperm hareketliliği hakkında birçok mekanizma araştırıldı, ama epididim* hakkında ve sperm verimliliğini nasıl etkilediği konusunda fazla bir araştırma yapılmadı.

Epididym*: Her iki testisin yan tarafında bulunan ve içerisinden sperm kanalları geçen kıvrımlı kesecik şeklindeki yapılardır.

Her bir Epididim´in uzunluğu 4 ile 6 metre arasında değişir. Görevi, testislerde üretilen spermi depolar ve „Ductuli efferentes“ denilen bağlantı ile penise ulaştırılır. Spermler ancak, üretildikten sonra çeşitli işlemlerden geçerek dölleme yeteneğine sahip olurlar. Testislerde üretilen sperm önce epididim başı, ordan epididim kuyruğuna gelir ve boşalacağı zamana kadarda orada kalır.

Son yapılan çalışmalar, kısırlık konusunda şimdiye kadar bilinmeyen bir mekanizmayı daha ortaya çıkardı. Buna göre; epididimillu_testis_surface2 içerisindeki kalsiyum konsantrasyonun miktarı, sperm hücresinin hareketliliğini ve dölleme kabiliyetini etkileyerek kısırlığa sebeb olmaktadır.

Epididim içerisindeki kalsiyum konsantrasyonu nun yüksekliği, sperm hücre zarındaki kalsiyum kanallarını (=TRPV6 kanalı*) deaktif hale getirir. TRPV6 kanalının, fazla kalsiyumdan dolayı bozulan Açılıp-Kapanma düzeni, hücre içerisine gereğinden fazla kalsiyum girmesine ve böylece spermin fonksiyonunun bozulmasına sebeb olur. Farelerle yapılan testlerde, kalsiyum miktarının normal seviyeye düşürülmesi durumunda, TRPV6 kanallarının tekrar düzenli çalışmaya ve buna bağlı olarakta hücre içerisine kontrollü kalsiyum iyonu alındığı görülmüştür. 

TRPV6 kanalı*: Spermin hücre zarı üzerinde bulunan TRPV6 kanalları, TRPV6 proteini tarafından meydana getirilir. TRPV6 proteini ise, insanda 7. kromozomda bulunan TRPV6 geni tarafından sentezlenir. Bu genin uzunluğu 2928 bp dir ve 9 değişik versiyonu bulunur.

Not: 2010 yılında yapılan başka bir araştırma, kadınlık hormonu progesteron un spermin kuyruk kısmında bulunan CatSper –kanallarını açarak içeriye kalsiyum iyonlarının girmesini sağladığı ve içeriye giren kalsiyum iyonlarının ise sperm üzerinde navigasyon etkisi yaptığını ortaya çıkardı.

 

Sonuç : Her iki araştırmadan ortaya çıkan sonuç, sağlıklı bir sperm için kalsiyum konsantrasyonun çok önemli olduğudur.

Fazla kalsiyum, spermin hareketini kısıtlarken, düşük kalsiyum spermin yumurtayı bulmasını zorlaştırıyor.Yakın bir gelecekte kalsiyumu dengeleyici ilaçlar geliştirilerek gerek epididim, gerekse spermin içerisinde, kalsiyum miktarı kontrol altında alınabilecek.

Mehmet Saltürk

+++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
+++++++++++++++++++++++++++++

Kaynaklar

  1. Ca2+ Signaling Tools Acquired from Prostasomes Are Required for Progesterone-Induced Sperm Motility
  2. Progesterone activates the principal Ca2+ channel of human sperm

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Genetikte devrim “Optogenetik”

Genetikte yeni bir branş olan optogenetik, optik ve genetiğin birlikte kullanıldığı bir bilim dalıdır.Optogenetik, şimdiye kadar beyin araştırmalarında kullanılan klasik metotlara göre daha hızlı, daha hassas, daha güvenilir bir teknoloji olması nedeniyle, gelecek için büyük umutlar vaat etmektedir. Yakın bir  gelecekte parkinson, epilepsi, kalpte ritim bozuklukları gibi birçok nöronal hastalığın tedavisinde, başarılı bir şekilde uygulanabileceği tahmin ediliyor.

Bir uygulama

  • Yeşil alglerde bulunan ChR2 geni moleküler biyolojide kullanılan klasik metodlar yardımı ile fare beyninden sorunlu bölgeye transfer ediliyor.

ChR2 beyne transfer edilince ne oluyor ?

  • ChR2 geni, ışığa duyarlı olan Channelrhodopsin proteinini sentezlemeye başlıyor.
  • Channelrhodopsin, beyinde sadece belirli iyon kanalları bulunan hücreleri aktif hale getirerek, bu iyon kanallarının ışığa duyarlı hale gelmesini sağlıyor.
  • Transfer edilen bölgeye hastalığın özelliğine göre değişik renkte ışıklar gönderilerek tedaviye geçiliyor.

Bu metot 2010 yılının en iyi metodu olup, „Nature Methods „ dergisinde yayınlanmıştır.

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Method of the Year 2010

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Aşkın genetiği

Yaşama dair hiçbir şey yoktur ki, genlerimizin kontrolünde olmasın. Örneğin; sevinçler, üzüntüler, öfkeler, hastalıklar, boy, göz rengi, deri rengi, ilgiler, ilgisizlikler, dindarlık, ateistlik, yetenekler, arkadaş seçimi, eş seçimi vs, vs,.. gibi daha binlerce yaşama dair özellik genlerimizin kodladığı hormonlar tarafından şekillenir. Aşk da, genlerimizin kontrolünde gelişen biyokimyasal bir olaydır. Aşk, kişinin beyninde adeta hormonal bir fırtına başlatır. Aşk insanı neden bu derece derinden etkiler? ve aşık olan kişi, neden gerçeklerden uzaklaşarak, hayal dünyasında gezer? Bütün bu soruların cevabı beynin biyokimyasında yatmaktadır.

Aşk, beyinde ne gibi değişikliklere sebeb olur?

Aşık olan kişilerin çekilen beyin tomografisinde Hippocampus, Nucleus caudatus, Putamen ve Nucleus accumbens bölgelerinin aktif hale geldiği tespit edilmiştir.
Bu bölgeler beynin ödüllendirme mekanizmasının bulunduğu, korkunun algılandığı ve kişinin kendi dışındaki insanları değerlendirildiği, bölgelerdir.
Yeni aşık olmuş kişilere aşık olduğu kişinin fotoğrafları gösterilerek yapılan beyin tomografi çekimleri beynin bu bölgelerine daha az kan gittiğini göstermiştir.

Kokain bağımlılarında da aynı reaksiyon görülür

Hiç kuşkusuz aşık olan kişinin beynindeki bu değişimler hormonal bir değişimin sonucudur ve başroldede mutluluk hormonu olarak adlandırılan dopamin* hormonu rol oynamaktadır.

Dopamin kişiye, coşku ve sevinç veren bir hormondur. Bu hormon kişiyi coşku ve sevince bağımlı hale getirerek, beyinde adeta hormonal bir fırtına kopmasına, dolayısı ile kişinin dopamine bağımlı hale gelmesine sebeb olur.
Bir kokain bağımlısının kokain bulamadığı zaman gösterdiği reaksiyon, bir aşığın terk edildiği zamanki gösterdiği reaksiyon ile benzerlik göstermektedir. Her ikisindede depresyon hali görülür.
Depresyonun sebebi beynin dopaminsiz kalmasıdır. Ama terk edilen aşığın beynin ödüllendirme mekanizması terk edilmesine rağmen halâ aktif haldedir ve dopamin ile ödüllendirilmeye devam etmek ister. Aşık bağımlısı olduğu dopamini tekrar bulabilmek için kaybedilen sevgiliyi tekrar kazanmak ister. Aşkın bu melankolik hali aslında beynin ödüllendirme mekanizmasının depominsiz kalmasının sonucudur (Tıpkı kokain bağımlısının kokain araması gibi).

Çekilen beyin tomografileri terk edilen sevgili ile kokain bulamayan bağımlının beyinlerinin aynı bölgeleri, benzer reaksiyonlar verdiğini göstermiştir.(1)

Vasopressin ve Oxytocin

Aşık olan kişinin beyninde dopaminin yanı sıra vasopressin ve oxytocin hormonu da önemli rol oynamaktadır. Hayvanlarla yapılan araştırmada, Vasopressin hormonunun erkek fareleri dişi farelere bağlamada etkili rol oynadığı bulunmuştur.(Vasopressin hormonu AVP geni tarafından sentezlenir.)

AVP geni insanda 12. kromozom üzerinde 1257 bp uzunluğunda bir gendir ve bilinen 334 değişik formu bulunmaktadır. Kişinin eşine ne kadar bağlı olacağı bu formların nükleotid dizilimi ile doğrudan ilintilidir. Kimi zaman dizilimindeki tek bir harflik değişiklik sentezlenecek olan Hormonun/Protein’in yapısını ve etkisini büyük ölçüde değiştirilmektedir. Bu fonksiyonel etki aşkın şiddetini belirlemede büyük bir öneme sahip olmaktadır.
Hiç evlenmeyen erkeklerde ise AVP geninin belirli bir formu bulunur ve bu forma sahip erkekler evlenseler bile mutlu olamazlar.
Başka bir ifade ile eşe bağlılıkta 334 değişik erkek çeşidi vardır.(2)

Oxytocin hormonu

Oxytocin hormonu korkuyu ve stresi azaltarak diğer insanlarla ilişki kurmayı kolaylaştırır. Bu hormon bebek emziren bayanlarda oldukça fazla salgılanarak çocukla anne arasında yakınlaşmayı sağlar. Orgazm sırasında karşı cinsle tensel ve göz temasında oksitosin hormonu oldukça fazla salgılanır. Bu hormona „Eşe bağlılık hormonu“ denmektedir.

Sonuç 

Dopamin, vasopressin ve oxytocin aşkın kimyasını belirleyen en önemli hormonlardır. Bu hormonların vücuttaki yapısı ve miktarı aşkın şiddetini belirliyor.

Dopamin*: İnsanda 9. kromozomda bulunan DBH geni tarafından sentezlenen bir nörotranmitteldir.

Mehmet Saltürk

+++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
+++++++++++++++++++++++++++++

Kaynaklar

  1. Reward, Addiction, and Emotion Regulation Systems Associated With Rejection in Love
  2. Genetic variation in the vasopressin receptor 1a gene (AVPR1A) associates with pair-bonding behavior in humans

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Kromozomal bozukluklar ve cinsiyet belirsizliği

İnsan vücudunun her hücresinde 23’ü anneden, 23’ü de babadan gelmek üzere 46 adet kromozom bulunmaktadır. Kromozomların ilk 22 çifti 1 den 22 ye kadar numaralandırılmış olup bunların dışında X ve Y adında 2 adet de cinsiyet kromozomu bulunmaktadır.Untitled-8 Sağlıklı bir vücutta 22 çift + 2 tek cinsiyet kromozomu bulunmaktadır. Cinsiyet kromozomları kişinin erkek veya kız olmasına göre ya XX, ya da XY olmaktadır.

  1. Sağlıklı bir erkekte, anneden gelen bir adet X kromozom ile babadan gelen bir adet Y kromozomu bulunur.
  • Buna göre erkek cinsiyet kromozom seti XY, Genotipi ise 46 XY dir.
  1. Sağlıklı bir kadında, anneden gelen bir adet X kromozomu ile babadan gelen bir adet X kromozomu bulunur.
  • Buna göre kadın cinsiyet kromozom seti XX, Genotipi ise 46 XX dir.

Bazen insanda 46XY ve 46XX genotipinin dışında başka genotiplerde bulunabilmektedir. Bu genotipler kalıtsal nedenlerden kaynaklanan rahatsızlıklardır.

Cinsiyet belirsizliğinin çeşitli sebepleri bulunmaktadır

İntersexsüalite (Intersex)

Döllenmenin gerçekleştiği ilk evrelerde cinsel organ oluşumu başlamaz. Ancak ilerleyen safhalarda embriyo tarafından ya testosteron üretilerek penis oluşur yada testosteron üretilmez vajina oluşur.

İnterseksüeller ne genetik olarak, ne anatomik olarak, ne de hormonal olarak kadın veya erkek sınıfına girer. Intersexsüllerin çoğunda mikro-penis ve büyük bir vajina bulunurken, bazı vakalarda sadece küçük bir penisi andıran büyük bir klitoris bulunur.

Androgen Sendromu

Böbrek üstü bezlerinde görülen kalıtsal metabolik bir hastalıktır. Androgen Sendromu rahatsızlığı bulunan kişilerde böbrek üstü bezleri rutin fonksiyonlarını yerine getiremediği için kortizol ve aldosteron hormonu normal seviyede salgılanmaz. Yeterli miktarda üretilemeyen kortizol ve aldosteron hormonu, hipofiz ve hipotalamusta sexül hormon dengesinin bozulmasına sebep olur. Bu hormonal denge bozukluğu kadınlarda erkeksi görünüme sebep olurken, erkek çocuklarda erken gelişmeye sebep olur.

Swyer Sendromu (XY-Kadını)

Swyer Sendromu(XY-Kadını) kişilerde testosteron hormonunun üretimi kısmen yada tamamen bloke olduğu için bu kişiler genetik olarak erkek, görüntü olarak kadındırlar.

Swyer Sendromu bulunan kişilerin Y Kromozomu üzerinde bulunan Sex determining region of Y denilen kısmı normalden kısadır ve bu kısalık SRY-Gen tarafından kodlanan Testis determining factor hormonunun hatalı üretilmesine sebep olur ki, buda erkeksi görünümü sağlayan testosteron hormonu üretiminin kısmen yada tamamen bloke olmasına sebep olur.

Belirgin özellikler

  • XY-Kadını görüntü olarak XX kadınından pek fazla ayırt edilmezler.
  • XY-Kadınının koltuk altı ve genital bölgelerindeki kıllanmalar seyrektir.
  • Büyükçe bir klitorise, rahim ve vajinaya sahip olmalarına rağmen yumurtalıkları yoktur.

XY-kadınının toplumda görülme sıklığı 1:3000 dir. Swyer Sendromlu embriyoların %98’i hamileliğin ilk ayında rahimde ölür.

Klinefelter-Sendromu (47 XXY veya 46 XY /47 XXY)

Klinefelter-Sendromu çoğunlukla erkeklerde görülen bir rahatsızlıktır. Fazladan bir X kromozomu daha bulunur. Çocukluk çağlarında cinsel organlar normal gelişme gösterirken, ergenlik çağında testislerde küçülme ve buna bağlı olarak testosteron seviyesinde düşme ve spermlerde fonksiyon bozukluğu görülür.

 Belirgin özellikler:

  • Yetişkinlerde genellikle ortalamanın üzerinde bir boy, alışılmışın dışında uzun kollar, bacaklarda kızarıklık ve dirseklerde kırışıklıklar görülür.
  • Çocuklarda kas zayıflığı, durgunluk, kendine güvensizlik ve sosyal iletişim kurmada bir takım zorluklar görülür.

Klinefelter-Sendromunun toplumda görülme sıklığı 1:590 ile 1:900 arasıdır. Sadece Almanyada bilinen 80000 Klinefelter-Sendromlu kişi bulunmaktadır.

Turner-Sendromu (45,X0 veya 45,X/46,XX)

Kadınlarda görülen genetik bir rahatsızlıktır. İki tane olması gereken X kromozomlarından bir tanesi ya hiç yoktur, yada bir parçası kayıptır.

Belirgin özellikleri:

  • Kısa boy (~1,45 m).
  • Gelişmemiş yumurtalıklar.
  • Kısırlık.
  • Kısa ve omuzlara doğru genişleyen bir boyun.

Toplumda görülme sıklığı 1:2500 civarındadır

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

 Kaynaklar

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz. 

Maneviyat, doğurganlık ve genler

Dünyada çeşitli ülkelerde anketler yapan „World Values Survey“ adlı bir kuruluş, 1981 ile 2004 yılları arasında, 82 ülkede inanç ile çocuk sayısı arasındaki ilişkiyi ele alan bir araştırma yaptı.

Bu araştırmaya göre;

  • Haftada birden fazla ibadet yapan kişilerde ortalama çocuk sayısı 2,5
  • Ayda ortalama bir kez ibadet edenlerde çocuk sayısı 2,01
  • Extrem dindar, örneğin „Amish* gibi tarikatlarda ortalama çocuk sayısı 6,2
  • Seküler ve hiçbir dine mensup olmayan ateistlerde ise ortalama çocuk sayısı 1,67 dır.

Bu araştırmadan çıkan sonuç: Ne kadar fazla maneviyat, o kadar fazla çocuk sayısı…

Cambridge üniversitesinden ekonomi profesörü Robert Rowthorn, yapmış olduğu model hesaplama yöntemi ile toplumda azınlık durumundaki bir tarikatın, belirli bir süre sonra çoğunluk durumuna gelmesinin kaçınılmaz olduğunu gösteriyor.

Prof. Rowthorn ayrıca, „Dindarlık, Doğurganlık ve Genler“ arasındaki ilişkiye dikkat çekerek, dinlerin evrimsel süreçte genler aracılığı ile populasyonların sosyal yapısına değiştireceğini söylüyor. Prof. Rowthuorn´un geliştirmiş olduğu bu model dindarlığa sebeb olan geninin, gen havuzunda çok hızlı bir şekilde artarak dominant duruma geçeceğini dolayısı ile dindar nüfusun aşırı bir şekilde artacağını gösteriyor.

Dindarlık genin, birçok seküler ve ateistlerde de çekinik olarak bulunabileceğine dikkati çeken Prof. Rowthorn, yapmış olduğu bu çalışmayı „Proceedings of the The Royal Society B“ dergisinde yayınlamıştır(1).

Seküler ve ateistlerin populasyonda varlıklarını sürdürebilmesi için en az ortalama iki çocuk yapmaları gerekirken bu sayıya hiçbir zaman ulaşamamışlardır.

Genler inanışa nasıl etki eder

Bu soruyu cevaplamadan önce genlerin yapısı ve fonksiyonlarına kısaca göz atmak gerekiyor. Genler, yapısal ve fonksiyonel görevleri olan protein / hormon / enzimlerin üretilmesini sağlayan genetik şifreyi içerir.

Her insanda aynı genler olmasına rağmen her gen kişiden kişiye küçük değişiklikler içerir. Bu küçük değişiklikler deri rengi, boy, saç rengi, göz rengi, kan grubu gibi, kişiden kişiye değişebilen yapısal farkların oluşmasını sebep olur.

Bazı genler ise, korku, cesaret, neşe, heyecan, stres, inanç, sevgi, arkadaş seçimi, eş seçimi, yetenek gibi kişiden kişiye değişebilen fonksiyonel farkların oluşmasını sağlar. Bunlar genelde soyut fonksiyonları olan bu genlerdir ve çoğunlukla çevrenin etkisi ile çalışmaya başlar ve birçok genin açılıp kapanmasını tetikleyerek zincirleme reaksiyonlar şeklinden devam eder. Bazı genlerin fonksiyonları ise çevre etkisine gerek kalmadan direkt doğumla birlikte başlar. (Örneğin; yılan gören tüm canlılar böbrek üstü bezlerinde bulunan ADRA1D* geni tarafından adrenalin salgılanarak, beyin „kaç“ komutu verir. Tüm canlılar hayatlarında hiç yılan görmeseler bile yılandan korkar (istisnalar hariç). Sadece korkunun şiddeti farklıdır. Kimisi az, kimisi çok korkar. Korkudaki bu şiddetin farkı ADRA1D genindeki küçük değişikliklerden kaynaklanır. Gendeki bir harflik küçük bir değişiklik, farklı yapıda adrenalin salgılanmasına sebeb olur.)

Bilim inanç için ne diyor ?

Oxford üniversitesinden evrim biyoloğu Prof Dawkins, yeryüzünde bulunan yüzlerce dinin, generasyondan generasyona ebeveynler aracılığı ile aktarılan kültürel bir olgu(Mem) olduğunu söylüyor ama asıl önemlisi dine yönelimin genlerin kontrolünde olduğunu belirtiyor. Dawkins evrimsel süreçte, üremeyi belirleyen genler ile inancı belirleyen genler arasında karşılıklı etkileşime dikkat çekiyor.

Dawkins maneviyat için şöyle diyor: „Evren nasıl olmuştur, insan nasıl olmuştur, ölümden sonra ne olacak “gibi cevabı zor sorular karşısındaki bilinmezliğin yarattığı korkunun beyinde oluşturduğu imgesel yansımasıdır. “

Dawkins. „Bilinmezliğin oluşturduğu korkunun, genler tarafından üretilen hormonlar ile bastırılarak, beyin biyokimyasının değişmesine ve kişinin biat etmesine sebeb olur“ diyor,

Astrobiyolog Carl Sagen´da „Tanrının kapısını çalan bilim“ adlı kitabında da benzer bir ifade kullanmıştı. Hatta Carl Sagen biat etme hormonuna fantazi bir isim bile bulmuştu. Carl Sagen bu hormona „Theopin“ adını koymuştu.

Theo : Tanrı, Pin : Hormon isimlerinin arkasına gelen ek.

Minnesota üniversitesi’nde prof. Bouchard, çok küçük yaşta değişik ailelere evlatlık verilen tek ve çift yumurta ikizleri ile yapmış olduğu bir araştırmada, tek yumurta ikizlerindeki maneviyat benzerliğinin %62, çift yumurta ikizlerindeki benzerliğin ise %2 olduğunu bulmuştur. Prof. Bouchard araştırmasında, tek yumurta ikizlerinin bakıcı ailelerinden bağımsız dinsel bir kimlik geliştirdiklerini söylüyor ve bu dinsel kimliğin tek yumurta ikizlerinde %62 oranında benzerlik sağlamasının ancak genlerle açıklanabileceğini savunuyor(2)(3).

Not: Tek yumurta ikizleri genetik olarak birbirlerine çok benzerken çift yumurta ikizlerinde bu benzerlik çok daha azdır.

VMAT2 / God Gene (Tanrı Geni)

Kaliforniya Redline Üniversitesinden genetikçi Prof. Dean Hamer, inançlı ve inançsız birçok insanla yapmış olduğu gen analizlerinde, 10. kromozomda bulunan VMAT2 genin 52., 54., ve 71. pozisyonlarıda noktasal mutasyonlar (polymorphic) bulmuştur. Dean Hamer bu noktasal mutasyonlardan kaynaklanan hormonal farkın maneviyatta belirleyici rol aldığını söylüyor. Dean Hamer, ayrıca maneviyatı belirleyen onlarca daha gen olduğunu söylüyor(4).

Dünyayı bekleyen tehlike: Uzmanlar, yakın gelecekte dominant karakterdeki dindarlık genlerinin, popülasyon nüfusunu artırmadaki eğiliminin, sınırlı olan doğal kaynakların kullanımında problemler çıkartabileceğine dikkat çekiyor.

Sonuç

Dünya nüfusunun genlerin kontrolünde, kontrolsüz bir şekilde artması ile, dinler arası büyük savaşların çıkması kaçınılmaz olabilir. Nüfusuna güvenen her tarikat, her dinsel grup diğerini tahakküm altına almak isteyebilir.

Açıklama: Prof. Rowthorn „Dindarlık, Doğurganlık ve Genler“ üzerine yapmış olduğu bu çalışma genetikçiler için yabancı olmayan bir konuydu.


  • Amish*: Bu tarikattaki üye sayısı 1991 ile 2010 yılları arasında 123.000 den 249.000 çıkmıştır. Tarikatın üye sayısı bu şekilde artmaya devam ederse yüzyılın sonuna doğru 7 milyon olması bekleniyor. Ortodoks bir tarikat olan Haedi’de de durum aşağı yukarı aynı
  • ADRA1D geni*:  Adrenalin, insanda farklı kromozomlarda bulunan 8 gen tarafında değişik formlarda salgılanır. Bu değişiklikler bazen normların dışında büyük mutasyonlar şeklinde de olabilir.

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++++++

Kaynaklar :

  1. Religion, fertility and genes: a dual inheritance model
  2. Intrinsic and extrinsic religiousness: genetic and environmental influences and personality correlates
  3. Experimenting with Spirituality: Analyzing The God Gene in a Nonmajors Laboratory Course

Bu blogtaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Eş ve arkadaş seçiminde genlerin rolü

Eş ve arkadaş seçiminde benzer karakter ve özellikteki insanların bir araya gelerek yollarını birleştirdiği düşünülür. Çoğu zaman tesadüflerin rol oynadığı sanılan eş ve arkadaş seçiminde pek de farkına varılamayan genetiksel bir uyum söz konusudur. Bu uyum birçok insan tarafından bilinmemesine rağmen bilim çevrelerinin yabancı olmadığı bir konudur. Değişik sosyal gruplarla yapılan genetik çalışmalar aynı sosyal grup içerisinde birbiriyle dost olan veya olmayan bireylerin genetik benzerliğine yada farkına dikkat çekiyor.

Eş seçimi 

İsviçreli biyolog Claus Wedekind yapmış olduğu terli T-Shirt deneyi (Sweaty t-shirt study*), eş seçiminin hiçte özgür irademizle yapmadığını gösteriyor.http://saltuerk.files.wordpress.com/2011/05/mhc_i_vs_mhc_ii.png?w=300

Sweaty t-shirt study* Bu deney için birçok erkekle iki gün boyunca aynı T-Shirt giydiriliyor ve kendilerine iki gün boyunca hiçbir parfüm ve deodorant kullanmamaları söyleniyor. İki gün sonra çıkarılan T-Shirtler çeşitli kadınlara koklatılıyor ve kendileri hangi kokunun çekici olduğu soruluyor.

Sonuçlar gerçekten ilginç. Kadınların yapılan gen analizleri, tercih ettiği erkeğin MHC geninin belirli bir kısmındaki nükleotid diziliminin belirleyici rol oynadığını gösteriyor. Bu gen, kişiye özel vücut kokusunu belirleyen bir gendir. Gende farklı dizilim farklı vücut kokusu anlamına gelmekte, ama asıl önemli olan MHC geninin enfeksiyonel hastalıklarda vücudun dirençli olmasını sağlayan antikorları üreten genetik şifreyi içeriyor olması.

Antikor ile eş seçimi arasında nasıl bir ilişki var ?

Bu ilişkiye geçmeden önce canlılarda eş seçiminin evrimsel geri planına kısaca değinmek gerekiyor.
Eş seçimininin evrimsel geri planında türün sağlıklı yeni nesiller üreterek devamını sağlaması yatar. Buna göre eşini seçecek olan bir dişi sadece hoşuna giden erkeği değil aynı zamanda kendisine sağlıklı çocuklar doğurtacak erkeği de seçer. Bu ikinci özelliğin seçimi (genetiksel seçim) insanlarda çoğu kez farkına varılmadan yapılır.

Şimdi gelelim antikor, MHC geni, ve eş seçimi arasındaki ilişkiye…

Her iki ebeveynde bulunan MHC geni ne kadar farklı olursa doğacak olan çocuğun hastalıklara karşı direnci o kadar fazla olmaktadır. Elbetteki genlerdeki dizilimi gözle görmek ve ona göre eş seçmek imkansızdır. Eş seçimindeki bu zorlu görevi, MHC geninin vermiş olduğu ve kişiye has vücut kokusu üstlenmektedir. Bu sayede bizler ve diğer canlılar fark etmesek de eş seçimi genlerimizin kontrolünde yapmaktayız. (En azından batı toplumlarının büyük bir kısmında böyle). Hayvanlarda bu yolla yapılan eş seçimi, neredeyse %100 e varan bir doğrulukta yapılmaktadır.

Not: Eş seçiminin aile ve yakın çevrenin telkinleri ile yapıldığı feodal toplumlarda mutlu bir evliliğin gerçekleşmesi kelimenin tam anlamı ile şansa kalmış birşey. Bu tür evliliklerde gen uyumu tesadüfen olacağından hem evliliğin hemde doğacak çocukların sağlığı tesadüflere bağlıdır.

Laboratuvarda farelerle yapılan küçük bir uygulama

MHC geninin dizilimi aynı olan farelerleri yan yana koyarak yapılan deneylerde erkek ve dişi farelerin birbirine karşı ilgisiz olduğu, çoğunlukla yavrulamadığı eğer yavrulasa bile çoğunlukla sağlıksız yavrular elde edildiği görülmüştür.

Arkadaş seçimi

Arkadaşları bir araya getiren paylaştıkları ortak duygu ve düşünceden daha çok genetik benzerlik ve farklılıklardır. Değişik sosyal gruplardaki arkadaşların genleri incelenerek yapılan araştırma dikkatleri arkadaşlar arasındaki genetik benzerliğe zaman zaman da farklılığa çekmektedir. Bu konuda devam eden çalışmalar arkadaşlık kurmayı belirleyen birçok genin daha olduğuna işaret ediyor.

Ocak 2011 yapılan bir çalışmadan iki örnek

Bu çalışma için ilk etapta 6 aday gen arasından iki gen incelenmeye alınıyor. Bu iki ayrı gende bulunan varyasyonların arkadaşlığın oluşmasında etkili olduğu görülüyor.

  1.  DRD2 geni: Bu gen ile yapılan daha önceki çalışmalardan bu gende bulunan bazı varyasyonların kişiyi alkol bağımlısı yaptığı biliniyor.http://saltuerk.files.wordpress.com/2011/05/1.jpg?w=208 Belirli bir sosyal grup içinde alkol bağımlısı ve aynı zamanda iyi arkadaş olan tüm bireyler inceleniyor. Bu arkadaşların hepsinin DRD2 genlerinde, alkol bağımlılığına sebeb olan aynı varyasyonların bulunduğu tesbit ediliyor. Yani bir alkol bağımlısı başka bir alkol bağımlısı ile iyi arkadaş olabiliyor. Bu kişilerin grup içerisinde alkol bağımlısı olmayan kişilerle arkadaş olmaya pek meyilli olmadıkları da tespit ediliyor.
  2.  CYP2A6 geni: Bu gende durum biraz farklı. Bu genin içerisinde birçok değişik varyasyon bulunmakta ve bu genin değişik varyasyonlarına sahip olan kişilerin birbirleriyle daha iyi arkadaş olduğu tespit ediliyor.

Bireylerin CYP2A6 genlerindeki varyasyonlar birbirlerine göre hem aynı hemde farklı ise en iyi arkadaşlıklar bu bireylerde arasında oluşuyor. Ayrıca CYP2A6 geninin insanda karakter oluşumunda etkili olduğu biliniyor.

Mehmet saltürk

++++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++++++

Kaynaklar

  1. MHC-Dependent Mate Preferences in Humans
  2. Correlated genotypes in friendship networks

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Sigara alışkanlığı ve genetik yatkınlık

Sigarayı bırakmak mümkün mü? 

Bu sorunun cevabı kimine göre mümkün kimine göre imkansız… Nature Genetics dergisinin 19 ekim 2009 tarihli sayısında yayımlanan bir araştırma toplumda yaygın olan görüşün aksine sigarayı bırakmada iradeden çok genetik mutasyonların önemli olduğunu gösteriyor.

Bu araştırmadan çıkan sonuca göre sigarayı bırakabilmek ya da bırakamamak genlerimizde bulunan noktasal mutasyonların(SNP)* nerede ve nasıl olduğuna bağlı olarak değişiklik gösteriyor.

Sigara alışkanlığının nedeni genlerimizde saklı Daha önce yapılan birçok araştırma da sigara bağımlılığının derecesinin kişiden kişiye değişen gen varyasyonlarından (mutasyonlar) kaynaklandığını gösteriyordu. Bu mutasyonlar gerek Nature Genetics dergisinde yayınlanan makaleler ile gerekse Decode Genetics ve Pharmariese Glaxo-Smith-Kline adlı firmaların yapmış olduğu çalışmalar ile defalarca teyid edilmiştir..

Son yapılan bu çalışma ise sigara bağımlılığı ile direkt ilgisi bulunan mutasyonların hangi gende ve genin neresinde bulunduğunu gösteriyor. 140.000 kişi ile yapılan bu büyük çaplı genetik çalışma çeşitli kromozomlar üzerinde bulunan ve kişiden kişiye değişen noktasal mutasyonların nerede oldugunu tam olarak göstermesi ve kişinin günlük sigara tüketimini belirlemesi açısından büyük önem taşıyor.

Başka bir ifadeyle mutasyonun yeri ve şekli sadece ne kadar kuvvetli sigara tiryakisi olacağımıza karar vermekle kalmıyor aynı zamanda sigarayı kolay mı yoksa zor mu bırakacağımıza ve hatta hangi hastalıklara daha yatkın olduğumuza da kara veriyor.

Örneğin;

  • 8. ve 19. kromozomda mutasyon bulunanlar çok sigara içiyorlar. Bu grup aynı zamanda akciğer kanseri riskininin en yüksek olduğu grup.
  • 15. kromozomda mutasyon bulunanlar da çok sigara içmekle beraber bunların tiryakiliği ve hastalığa yakalanma riski biraz daha düşük.
  • 11. kromozomda mutasyonu bulunanlar bir ihtimal çok sigara içiyorlar. (tam olarak belli değil)
  • 9. kromozomdaki mutasyon özel bir mutasyon olduğu için bu gruptakiler hafif tiryaki oluyorlar.

Sonuç

Sigara içildikçe beyinde sürekli dopamin ve serotonin salgılanarak keyif alınıyor.  Genlerinde bu varyasyonlar bulunanlar eğer bir şekilde sigaraya başlarsa vücutları en kısa zamanda nikotine bağımlı hale gelebilir. Nikotin, Dopamin ve Serotonin salgılanmasını tetikleyerek kişinin sürekli keyif almasına, keyif aldıkça sigara içmesine, sigara içtikçe keyif almasına sebep olmaktadır.

Sigaraya hiç başlamamış kişilerin genlerinde bulunması muhtemel bu mutasyonları düşünerek sigaraya hiç el uzatmaması gerekir. Çünkü vücut bilinmeyen keyfe yabancıdır ve hiçbir zaman bu keyfe ihtiyaç duymayacaktır.

Mutasyonlar neden önemli

Genlerdeki nükleotid dizilimininin sırası o genin sentezleyeceği enzimin genetik şifresini içerir. Mutasyonlu genlerde ise bu şifre farklıdır ve bu farklılık olması gerekenden farklı bir enzimin sentezlenmesine sebep olur. Mutasyon nedeni ile yapısı değişen enzim beyindeki Nikotin Yakalayıcı Reseptörler tarafından yakalanır. Yakalanan bu enzim beyinde mutluluk hormonu olarak adlandırılan dopamin ve serotonin üretilmesini tetikler.

SNP*DNA ların yapı taşı olan nükleotidlerden sadece bir tanesinin “A” yerine “G”, veya “C” yerine “T” gelmesi şeklinde olan mutasyonlardır Sigara bağımlılığının derecesini belirlemede önemli rol oynayan bu noktasal mutasyonlara Single Nucleotide Polymorphism(SNP)* adı verilmektedir.

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++++++

Kaynaklar

  1. Sequence variants at CHRNB3CHRNA6 and CYP2A6 affect smoking behavior
  2. Genome-wide meta-analyses identify multiple loci associated with smoking behavior

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Sigara, içildikten 15 dakika sonra genlere zarar vermeye başlıyor.

Dünyada hergün 3000 kişi sigaranın sebep olduğu akciğer kanserinden ölüyor. Sigaranın akciğer kanseri dışında 18 kanser çeşidine daha sebep olduğu bilinmektedir.

Minnesota üniversitesi toksikoloji bölümünün 12 gönüllüden oluşan sigara içicisi ile yapmış olduğu bir araştırma, sigaranın vücuda vermiş olduğu zararın tahmin edilenden çok daha hızlı olduğunu ortaya çıkardı.

Sigarada bulunan ve akciğer kanserine sebep olan Polycyclic aromatic hydrocarbons’ların (PAHs)* vücuda hangi hızda zarar verdiği şimdiye kadar pek bilinmiyordu. Şu ana kadar akla gelmeyen basit ama etkili bir yöntem ile bu zarar artık ölçülebiliyor.

Metot

Bu uygulama, başka bir bir PAHs olan phenanthrene nin yapısındaki hidrojen atomu çıkarılarak yerine Etiketlenmiş deuterium konulması ile yapılıyor. (Bu değişiklik etiketlenmiş Deuterium un vücutta nereye gittiğinin kolayca takip edebilmek için.) tx-2010-00345x_0006

Sonuç

Yapısı değiştirilmiş sigarayı içen gönüllülerden 10’ar dakika ara ile alınan kan örneklerinin yapılan gen analizleri, içilen her sigaranın içildikten 15 dakika sonra vücutta atık madde üretildiğini gösterdi. (Bu tespit, etiketlenmiş deuterium takip edilmesi ile yapılıyor.)
http://saltuerk.files.wordpress.com/2011/05/ohnetitel.jpg?w=300

Oluşan bu atık maddeler DNA’ya kısa bir zaman içerisinde zarar vererek DNA’da mutasyonlar  oluşmasına sebep olmaktadır.

Ek bilgi : İçilen her 15 sigarada bir genetik mutasyon oluşmaktadır. Bu mutasyonların bazıları tümör oluşturarak kansere sebep olmaktadır. Sevindirici olan ise bu mutasyonların çoğu zararsız mutasyonlar olmasıdır. (Kaynak)

PAHs* lar, benzol halkalarından meydana gelen, yapısında Karbon ve Hidrojen moleküllerini bulunan vücut için zararlı bir kimyasallardır. Birçok değişik şekli bulunur, bunlardan bazıları Acenaphthylen, Acenaphthen, Fluoren, Phenanthren dir

Mehmet Saltürk

+++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
+++++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Immediate Consequences of Cigarette Smoking: Rapid Formation of Polycyclic Aromatic Hydrocarbon Diol Epoxides

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Aşk aptallaştırıyor

Aşk insanı aptallaştırır, aşkın gözü kördür gibi aşk üzerine espri ile karışık söylenmiş bu sözlerin yanlış olmadığı bilim çevrelerince uzun zamandır biliniyordu. Bu konuda yapılmış birçok çalışma var ve bu çalışmalarda aşık olan kişinin beyin kimyasında büyük çalkantıların olduğu defalarca ortaya konmuştu.

Viyana Üniversitesi Davranış Biyolojisi bölümünün hamsterler ile yapmış olduğu ve Physiology & Behavior dergisinde yayınladığı bir çalışmada ise konunun başka bir boyutu ele alındı.

Yapılan araştırmada hamsterlar iki gruba ayrıldı.

  1. Grupta erkek ve dişi hamsterlar yan yana konuldu. Her kafese bir erkek, bir dişi olmak üzere iki hamster konuldu ve yeterince sayıda  cinsel ilişkiye girmeleri sağlandı.
  2. Gruptaki hamsterlar kafeste yalnız bırakıldı.

labirent bSonuç

  • Yalnız kalan hamsterler bu testi kolaylıkla başarırken çift olarak kalan tüm hamsterler Labirent  testinde başarısız oldular. Ayrıca Labirent Testine tabii tutulan çiftlerin tümü öğrenmeye karşı da ilgisizdiler.
  • Laboratuvarda yapılan hormon analizlerinde de ilginç sonuçlar elde edildi. Çift kalan hamsterların beyinleri, yalnız kalan hamsterların beyinlerine göre, daha fazla Oxytocin hormonu (aşk hormonu) üretildiği bulundu. (Daha önce yapılan testlerde Oxytocin’in hamsterleri aptallaştırarak mantıklı düşünmelerini engellediği biliniyordu.)

Çift kalan tüm hamsterların Labirent Testinde başarısız olmasının başka bir nedeni de, stresten dolayı böbrek üstü bezlerinin aşırı derecede kortizol salgılaması ve buna bağlı olarak hippocampus un olumsuz yönde etkilenmesi…(Olumsuz yönde etkilenen hippocampus beyindeki enformasyon akışını olumsuz yönde etkilemektedir.)

  • Aşk, kişiyi sadece aptallaştırmak ile kalmıyor aynı zamanda strese de sokuyor.a

Ek bilgi: İnsanda oxytocin ve vasopressin 20. kromozomda bulunan iki küçük gen tarafından kodlanmaktadır. Bu hormonları sentezleyen bu iki gene aynı zamanda Eşe Bağlılık Geni de denmektedir. Oxytocin, OXT-001 geni tarafından, Vasopressin ise AVP geni tarafından kodlanır. Bu iki genin kişiden kişiye değişik varyasyonları bulunmaktadır. Bu varyasyonların şiddeti kişinin eşine bağlılığını derecesini belirler (veya hiç bağlanmamasını).

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

 Orijinal makale

Spatial learning and memory differs between single and cohabitated guinea pigs

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.