Düşük zekâ, kalp ve damar hastalıklarında risk faktorü olarak ikinci sırada yer alıyor

Yapılan araştırmalar, düşük zekânın kalp ve damar hastalıklarına sebep olduğunu gösteriyor

Kalp ve damar hastalıklarının nedenleri arasında birinci sırada sigara, ikinci sırada ise düşük IQ geliyor. Ama şimdi bu araştırma düşük IQ nun risk faktörleri arasında fazla kilo ve yüksek tansiyondan bile daha tehlikeli olduğu gösteriyor.

Düşük IQ ile Kalp-damar hastalıkları ve buna bağlı olarak ölümlerin araştırıldığı bu çalışma European Journal of Cardiovascular Prevention and Rehabilitation dergisinde yayınladı.

Britischen Medical Research Council tarafından finanse edilen, 20 yıl önce başlatılmış olan ve hala devam etmekte olan bu projeye kapsamında 1145 erkek ve kadının belirli aralıklarla kalp damar, tansiyon, kilo ve IQ leri düzenli ölçüldü ve çıkan sonuçlar düşük IQ ile kalp damar hastalıkları arasındaki bir ilişki olduğunu gösteriyor.

Bu araştırmadan çıkan en önemli sonuçları şöyle formüle edebiliriz: Düşük IQ = Kalp damar hastalıklarından erken ölüm. (1)

İki görüş

  1. IQ’sü düşük olan insanların kaliteli yaşam bilincinin olmaması ve buna bağlı olarak sağlıklı yaşamın vazgeçilmezlerinden olan sağlıklı beslenme ve egzersiz gibi konulara ilgi duymaması, kalp damar hastalıklarına, ve hatta genç yaşta ölüme davetiye çıkarıyor.
  2. Almanya Bad Krozingen kentinden kardiyolog Professor Helmut Gohlke In araştırmasına göre, düşük gelir seviyesindekilerin ölüm riski aynı yaşta ve yüksek gelir seviyesindekilere göre 2,5 kat daha fazla.

Uzun yaşam için süper zeki olmaya gerek yok ama bilinçli bir yaşamı sürdürecek gerekli eğitimin ve disiplinin olması şart. Düşük IQ lüler sanırım bunu beceremiyorlar. (M.Saltürk)

IQ Seviyesi nasıl belirlenir?

Tek tip IQ testine bağlı olarak yapılan IQ ölçümleri zekâ konusunda yeterli derecede ayrıntılı bilgi vermemektedir. Gerçek anlamda zekâ seviyesi ancak çok yönlü yapılan IQ testlerinden elde edilen „g“ değeri ile belirlenmektedir. „G“ değerinin yüksek çıkması, beyni oluşturan beyaz ve gri hücrelerin oranı ile ilgili bir durumdur. IQ testlerinde yüksek „g“ değeri olan kişilerin beyinlerinde gri hücre hacminin oldukça yüksek olduğu biliniyor.

Açıklama: Gri hücreler, sinir hücrelerinin bağlantı yerlerinde bulunur. Yapılan araştırmalar, zeki insanların beyninde daha fazla sinir hücresi ve buna bağlı olarakta daha fazla gri hücre bulunduğunu gösteriyor. (2)

Gri hücrelerin fazlalığı beyin hacminin büyük olması anlamına da gelmektedir ki, buradan şöyle birşey çıkmaktadır; Büyük beyin, yüksek zekâ ve yüksek IQ dür. (Büyük beyinli aptallar ve küçük beyinli zekiler hariç)

Zekâ kalıtsal mı ? : Evet, zakâ bir yere kadar kalıtsaldır.

Ne kadar çok sinir hücresi varsa, sinir hücrelerinin bağlantı yerlerindeki Gri hücre miktarı da o kadar fazladır

Yapılan kapsamlı IQ testlerinde “g” değerinin yüksekliği veya düşüklüğü beyindeki Gri hücre miktarına bağlı olduğunu gösteriyor. Yani fazla gri hücre demek, yüksek “g” değeri ve yüksek demektir. Fakat “g” değeri her şey değil. Zekâ oluşumunda genlerin yanı sıra aile ve çevrenin de etkili rol oynadığı biliniyor. Ayrı ailelerde büyüyen ikizler ile yapılan IQ testleri ailelerin de zekânın oluşumunda önemli rol oynadığını gösteriyor.

Zeka ve Genler: Zekâyı belirleyen birçok gen vardır. Bunlardan biri de sinir hücrelerinin sayısını belirleyen 2. Kromozomdaki ASPM genidir.

Zekâyı şöyle düşünmek gerek 

Eğer zekâyı bir fotoğraf makinası gibi düşünecek olursak, fotoğraf makinasındaki hafıza kartının büyüklüğü genlerimiz ile belirleniyor. Yani beynimizin kapasitesi genlerle ilgili. Ama hafıza kartının fotoğraf ile doldurulması aile, eğitim, arkadaş çevresi ile ilgili.

Genetik olarak dahi olabilecek bir beyne sahip bir çocuk eğer iyi bir eğitim alacak ortamdan mahrum ise büyük bir ihtimalle tüm hayatını ortalama veya onun altında bir yeteneğe sahip olarak geçirecektir.

Bir an için şöyle düşünelim; Einstein tesadüfen Afrikada ilkel bir kabilede doğmuş ve okuma yazma öğrenecek bir okuldan mahrum olsaydı, Einstein hiçbir zaman Einstein olmayacaktı. Belkide köyünün dışına çıkmadan, günleri avcılık ve toplayıcılık yaparak geçirecekti.

Sonuç olarak genler ve zeka için şunu söyleyebiliriz: IQ oluşumunda yaklaşık olarak % 50 genler, %25 aile, %25 sosyal çevre etkilidir. (3) (4)

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++++

Kaynaklar

  1. http://jech.bmj.com/content/62/6/522.abstract
  2. http://heart.bmj.com/content/94/12/1541
  3. http://www.springerlink.com/content/l7t0158x64875772/
  4. http://www.nature.com/neuro/journal/v4/n12/abs/nn758.html

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Cinsiyet oluşumunda çevre ve genlerin etkisi

Cinsiyet, annede bulunan XX kromozomu ile babada bulunan XY kromozomunun kombinasyonu sonucu ortaya çıkar.

Eğer bu kombinasyon hem anneden hem de babadan X kromozomu alınarak gerçekleşiyorsa doğacak olan bebek kız, anneden X, babadan Y kromozomu alınarak gerçekleşiyorsa doğacak olan bebek erkek olur. 

Canlılarda cinsiyet tayini her zaman XX ve XY kromozomlarının kombinasyonu sonucu ortaya çıkmıyor. Bazen XX ve XY sisteminin dışında başka cinsiyet kromozomları da cinsiyet oluşumunda rol oynamaktadır. Ayrıca bazı canlılarda çevresel faktörler de cinsiyet oluşumunda etkili rol oynayabilmektedir.

 *** Cinsiyet oluşumunda çevre faktörü ***

Timsah ve kaplumbağa yumurtalarının kuluçka sıcaklığı yavruların cinsiyetini belirliyor.

  • Kaplumbağalarda 33 °C – 34 °C sıcaklık doğacak olan yavrunun dişi olmasına sebep olurken, erkek yavrular için bu sıcaklık ~ 28 °C – 31 °C dir.
  • Timsahlarda ise durum kaplumbağaların tam tersi. Timsahlarda sıcaklık ile cinsiyet oluşumu arasındaki ilişki şöyle: Dişi yavrular için ~28°C – 31°C, erkek yavrular için 31°C – 34 °C dir.

Bunun dışında tropik bölgede yaşayan Hypolimnas bolina adında bir kelebek türünün larvaları Wolbachia adında bir bakteri tarafından enfekte edilirse, larvalardan dişi kelebekler oluşuyor. (2)

Diğer cinsiyet kromozomları. (Sürüngenler, Kümes Hayvanları , Çileklerde…)

Bazı memelilerin, bazı bitki ve sürüngenlerin cinsiyeti, tıpkı insanlardaki gibi XX/XY sistemi ile belirlenir. buna karşılık kümes hayvanlarında ve kuşlarda cinsiyet Z ve W kromozomu tarafından belirlenir. Mesela; Horozlar, 2 Z kromozom (ZZ), Tavuklar, Z ve W kromozom (ZW) kromozom çiftine sahiptir

Bazı sürüngenler, balıklar, kurbağalar, kelebek ve hatta çilekte cinsiyet ZZ/ZW sistemi ile belirlenir.

Dişi horozlar

Bazı kümes hayvanlarının bazı türlerinde genetik olarak ZZ- Kromozomuna sahip horozlar embriyonal dönemde DMRT1 geninin bloke edilmesi sonucu testis yerine yumurtalık oluşmasına, dolayısı ile yumurtadan horoz yerine tavuk çıkmasına sebep olur.

DMRT1 genin bloke edilip edilmemesi SOX9 geninin ürettiği Aromataz enzimi ile ilgilidir. Aromataz enziminin görevi ise Testosteronu estradiol’e veya estradiol’ü testosterona çevirmektir.

SOX9 geninin yüksek ve düşük seviyede çalışması ne anlama geliyor ?

  • SOX9 geninin yüksek seviyede çalışması, Aromatase Enziminin yüksek seviyede üretilmesine dolayısı ile embriyonun erkek olmasına,
  • SOX9 geninin düşük seviyede çalışması DMRT1 geninin bloke edilerek embriyonun dişi olmasına sebep olur. (1)

İnsanlarda cinsel organ oluşumu

İnsanlarda cinsel organ oluşumu biraz daha farklıdır. Şöyle ki, erkeklerde Y kromozomu üzerinde SRY geni bulunmaktadır. Bu genin görevi testislerin oluşumunu sağlayacak olan TDF (Testis-determining factor) proteinini sentezlemektir. Eğer SRY geni TDF proteinini sentezlemiyorsa testis yerine yumurtalık oluşur.

Bazı canlılarda DMRT1 geninin cinsiyete etkisi

Daha önce yapılan araştırmalar ile DMRT1 geninin insanlarda cinsel organın oluşmasında görev aldığı ortaya çıkarılmıştı. Aslında DMRT1 geni sadece insanlarda değil diğer bazı organizmalarda da cinsiyete özgü davranış ve cinsel organların oluşmasına katkı sağlıyor.

Örneğin; DMRT1 proteini, sineklerde (Drosophila) ve kurtçuklardan (Caenorhabditis elegans) erkeksi cinsel birleşme davranışları ve erkeksi cinsel organ görünümü oluşumuna katılıyor.

Cinsiyetle ilgili problemlerin kalıtsal birçok sebebi vardır. Bunlardan bazıları DMRT1 geni ile ilgilidir. 

Aşağıda gerek genetik araştırmalar ile gerekse klinik çalışmalar ile DMRT1 genine bağlı gelişen cinsel oluşum formlarının bazılarına kısaca değinilmiştir.

  • Laboratuvarda knockout yöntemi ile DMRT1 geni devre dışı bırakılan erkek farelerde testis oluşmadı.
  • İnsanda DMRT1 geni 9. kromozomda yer almaktadır. Eğer bu gen erkekte yoksa veya çalışmıyorsa, kişi genetik olarak erkek cinsiyet olarak kadındır.
  • Kuzey Amerika’da yaşayan Trachemys scripta adındaki bir kaplumbağanın yumurtaları yüksek sıcaklığa maruz kaldığında, DMRT1 geni aktif hale geçerek cinsel organ oluşmasını sağlar.
  • Japonya’da yaşayan bir cins kertenkelede de (Gekko hokouensis), kuşlardaki gibi bir Z kromozomu ve DMRT1 geni bulunur. (4)
Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Kaynak:
  1. Sex determination: Birds do it with a Z gene
  2. Wolbachia infection associated with all-female broods in Hypolimnas bolina(Lepidoptera: Nymphalidae): evidence for horizontal transmission of a butterfly male killer
  3. Dmrt1-Expression als Reaktion auf eine Östrogenbehandlung in einem Reptil mit temperaturabhängiger Geschlechtsbestimmung
  4. The ZW sex chromosomes of Gekko hokouensis (Gekkonidae, Squamata) represent highly conserved homology with those of avian species
Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Genetik el falı / Parmak uzunluğu ne anlama geliyor ?

Hamilelik süresince rahim şartlarında oluşan çok küçük değişiklikler doğacak olan çocuğun hayatı boyunca taşıyacağı özellikleri belirler. Bunlar çeşitli sendromlar, bağışıklık sisteminin durumu, parmak izi, hobi, kabiliyetler veya cinsel yönelimler gibi değişik özellikler olabilir.

Ceninin kız veya erkek olması, alınan ilaçlar, annenin bağışıklık sistemi, hamileliğin geçtiği mevsimler, anne ile cenin arasındaki ince biyokimyasal etkileşimler rahim şartlarını belirleyen en temel özelliklerden bazılarıdır.

Bir çoğumuzun günlük yaşamda gözlemlediği gibi kadınlar erkeklere göre daha duygusal ve daha sakin bir kişiliğe sahiptirler (istisnalar hariç). Cambridge Üniversitesinden bir araştırma grubu yeni doğmuş 100 kız ve erkek bebekle bir araştırma yaptı. Bu araştırmada bebeklere mekanik bir oyuncak gösterildi ve bebeklerin bu oyuncağa ilgisinin olup olmadığı gözlemlendi.

Araştırmayı yapan kadın, erkek bebeklerin mekanik oyuncağa daha sık baktığını buna karşın kendisi ile göz temasının daha az olduğunu, kız bebeklerin ise kendisi ile göz temasının daha fazla ama mekanik oyuncağa ilgisinin daha az olduğunu tesbit etti. Araştırmayı asıl ilginç yapan bu çocukların anneleriden hamilelikleri sırasında “amniyon sıvısı“ alınmış ve bu sıvıdaki testosteron oranının ölçülmüş olması. Araştırma sonunda, bebeklerin göz teması sayısı ile amniyo sıvısındaki testosteron miktarı arasında ters orantı bulundu.

Sonuç: Yüksek testosterona maruz kalan bebekler, araştırmacı kadın ile daha az göz temasına, düşük testosterona maruz kalan bebekler ise daha fazla göz temasına kurmuşlardır.

Otizm ve Asperger sendromu

Göz teması, mekanik oyuncağa olan ilgi ve anne karnındaki testosteron miktarı ne anlama geliyor?

Otizmin bazı türleri ve asperger sendromu ile nasıl ilişkilendirilebilir? Hemen belirtmek gerekir ki, otistikler ve asperger sendromlular sosyal ilişki kurma zorluğuna karşın, mekanik konusunda uzmanlaşmışlardır. Bir radyoyu tamir etmede veya 6-7 basamaklı sayıları kalem kullanmadan kafadan çarpıp bölmede üzerlerine yoktur.

Anne rahmindeki şartlar, bazı durumlarda makul sınırlar dışına çıkabilir. Rahimdeki testosteron seviyesi de bunlardan biridir. Rahimdeki testosteron seviyesi kabul edilebilir sınırın üstüne çıkması, doğacak olan çocuğun otistik veya otizmin hafif formu olan asperger sendromu olması riskini artırmaktadır. Rahim içindeki yüksek konsantrasyonlu testosteronun sebep olduğu otizm ve Asperger sendromuna, beynin aşırı erkekleşmesi de denebilir.

Asperger sendromlular otistiklere göre biraz daha iyi durumdadırlar. Asperger sendromluların otistikler gibi konuşma zorluğu yoktur ve matematikte, teknik araç ve gereçlerin ayrıntılarını anlamada otistiklere göre daha iyi durumdadırlar. Hatta okulda fizik ve matematikte harikalar yaratmalarına karşın arkadaşları ile ilişkide yalnızdırlar. Yani empati yoktur. Bu kişilerin beyinleri aşırı sınıflandırmaya ve sistemleştirmeye yoğunlaşmıştır. Okulda bir arkadaşı „saat kaç“ diye soracak olsa, belki de soruya şöyle düşünmekten cevap bile vermeyecek, „Greenwich e göre 2 saat gerideyiz, güneşin batmasına 4 saat var, öğleden sonra 2 yi 25 dakika 12 saniye geçtiğine göre…“vs,vs…, Günlük yaşamda, ”Günaydın nasılsın Ben iyiyim, ya sen nasılsın gibi empati gerektiren konuşmaları yapması neredeyse imkansızdır.

Birçok bilim insanın ve sanatçının asperger sendromlu olduğu söylenmektedir.

  • Fields ödülü almış ünlü ingiliz matematikçi Richard Borcherds,
  • Bill Gates (tahmin ediliyor),
  • Asperger sendromunun yanı sıra Savant-Sendromu da bulunan Daniel Paul Tammet “Pi“ sayısının virgülden sonraki 22514 rakamını ezbere söyleyebilmektir.
  • Albert Einstein ve Isaac Newton. (tartışmalı)

Prenatal androgen model olarak adlandırılan model, embriyonun gelecekteki yaşamının rahim içinde belirlendiğini kabul eden bir modeldir.

Parmak uzunluğu ve cinsel yönelim 

Hamilelik süresince salgılanan veya ağız yolu ile alınan androjen* hormonun miktarı sadece parmak uzunluğunu belirlemekle kalmaz aynı zamanda kişinin gelecekteki seksüel yönelimini de belirliyor. Parmaklarının birbirine göre uzunluğu kişinin anne rahminde ne oranda androjen hormonuna maruz kaldığının da bir ölçüsüdür. Yapılan araştırmalar sonucu, parmak uzunluğu hesaplaması şöyle yapılmaktadır.

İşaret parmağı uzunluğunun (2D) yüzük parmağı uzunluğuna olan oranı. (4D)

p =2D:4D

genetik el fali

p değeri kadınlarda 1 e çok yakın, erkeklerde ise 1 in altındadır.

Homoseksüel kadınların anne karnında heteroseksüel kadınlara göre daha fazla androjen hormonuna maruz kalırlar. Bu yüzdenhomoseksüel kadınların yüzük parmağı ile işaret parmağı arasındaki fark, heteroseksüel kadınlara göre daha fazladır. Yani homoseksüel kadınların yüzük parmakları daha uzun olur.

Fraternal birth order affect : Her erkek bebek hamileliğinde ceninindeki testosterona karşı annenin oluşturduğu antikorlar (anti-male antibodies), erkeklere özel moleküllerin beyin yüzeyindeki hücreler bağlanmasını engeller ve bu da teorik olarak her erkek kardeş, kendisinden sonra doğacak olan erkek kardeşin % 33 oranında homoseksüel olmasına sebep olur.

Developmental instability and handedness*: Bu teori, rahim şartlardaki kararsızlığın, kişinin sağ el veya sol el kullanımında etkili olduğunu ve sağ veya sol el kullanımı ile eşcinsellik arasında da bir ilişki olduğunu söyler. Bir genelleme olmamakla beraber istatistiksel olarak eşcinsellerin çoğunlukla sol eli kullandığı bulgular arasındadır.

Not: Her sol el kullanan (solak) eşcinsel değildir veya her sağ el kullanan heteroseksüel değildir. (Developmental instability and handedness**)


  • Androjen hormonu*: Androjen, her iki cinste de bulunan ve çoğunluğu böbrek üstü bezinin kabuk kısmından salgılanan maddeye denir.(wikipedia)
  • Developmental instability and handedness**: Gelişimsel kararsızlık ve el kullanımı.

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Kaynak

  1. Sex differences in human neonatal social perception 
  2. http://www.matheplanet.com/default3.html?call=article.php%3Fsid%3D1112&ref=http%3A%2F%2Fwww.google.de%2Fsearch%3Fhl%3Dde%26rlz%3D1B3GGGL_deDE258DE258%26q%3Dasperger%2Bsyndrom%2Bmathematiker%2B%26btnG%3DSuche%26meta%3D%26cts%3D1265373213843%26aq%3Df%26oq%3D
  3. Finger-length ratios and sexual orientation 
  4. Birth order, sibling sex ratio, handedness, and sexual orientation of male and female participants in a BBC internet research project..
  5. The neurodevelopment of human sexual orientation
  6. Relative lengths of fingers and toes in human males and females
  7. Finger-length ratios in female monozygotic twins discordant for sexual orientation”
  8. “Sex role identity related to the ratio of second to fourth digit length in women”
  9.  Neuroscience and sexual orientation

CRF hormonu kadını strese karşı daha duyarlı yapıyor.

Yapılan araştırmalar, stres anında paniğe kapılma, kalp atışlarında hızlanma ve ağlama gibi reaksiyonların kadınlarda daha fazla görüldüğünü gösteriyor. Yine yapılan araştırmalar kadınlarda strese bağlı depresyona yakalanma riskinin erkeklere göre daha fazla olduğunu da gösteriyor.

Stres anında kadın ve erkek beyni farklı çalışıyor

Toplumda genel kanı kadınlarda daha fazla görülen bu duygusal dalgalanmaların kadınların duygusal dalgalanmalara daha yatkın olduğu yönünde. Molecular Psychiatry dergisinde yayınlanan bir araştırma artık bunu böyle olmadığı, sebebin psikolojide değil beyin biyokimyasında yattığı, stres anında kadın ve erkek beyninin farklı çalıştığını gösteriyor.

Prensip olarak sistem şöyle çalışıyor: Stres anında beyinde CRF hormonu (corticotropin-releasing factor) salgılanıyor ve salgılanan bu hormon beyin hücrelerindeki reseptörler tarafından yakalanarak stresin etkisi ya azaltılıyor ya da tamamıyla ortadan kaldırılıyor.

Bir hayvan deneyi ve uygulanan metot

Erkek ve dişi fareler önce yüzme havuzunda strese sokuluyor daha sonra beyinlerindeki CRF hormonu ile CRF Reseptör Genleri arasındaki ilişki moleküler-biyolojik metotlar ile tespit edildi ve ardından yapılan değerlendirmeler sonunda aşağıdaki sonuçlar elde edildi.

  1. Dişi farelerde, stres hormonu CRF yi yakalayan reseptörlerin daha dar olduğu ve buna bağlı olarak CRF leri yakalama kabiliyetlerinin daha az olduğu tespit edildi.
  2. Erkek farelerde, CRF hormonunu yakalayan reseptörlerin daha geniş, sayılarının daha fazla olduğu ve buna bağlı olarak CRF leri yakalama kabiliyetlerinin daha fazla olduğu tespit edildi.

Bir görüş: Bu araştırmadan elde edilen sonuçlar yeni nesil depresyon ilaçlarının erkek ve kadına özel hazırlanabilir.

aMehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++
 
Kaynak
 

Sex differences in corticotropin-releasing factor receptor signaling and trafficking: potential role in female vulnerability to stress-related psychopathology

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Erkeğin göz yaşında, dişiyi cinsel yönden uyarıcı koku bulunuyor.

Erkek farelerin gözyaşında bulunan ESP1 adı verilen bir pheromon (koku molekülü / ligand), dişi fareyi sex yapmaya davet ediyor.

Erkek farenin salgıladı ESP1 adlı pheromon dişi farenin burnunda bulunan Jacobson-Organı tarafından yakalanarak sex yapmaya hazır hale getiriyor (veya baştan çıkarıyor). Ayrıca yapılan araştırmada doğada bulunan farelerin laboratuvarda bulunan farelere göre daha fazla ESP1 salgıladığı bulundu.

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

The male mouse pheromone ESP1 enhances female sexual receptive behaviour through a specific vomeronasal receptor

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Alzheimere karşı cep telefon

Cep telefonunun yaymış olduğu elektromanyetik dalgalar alzheimer hastalarının iyileştirilmesinde umut olabilir.!!!

Fareler ile yapılan deney

Laboratuvarda alzheimer hastası yapılan fareler cep telefonlarının çıkardığı manyetik dalga benzeri dalgalar yayan antenler ile dokuz ay boyunca günde iki saat manyetik dalgaya tabii tutuldu.

Sonuç

Dokuz ay sonra yapılan analizler alzheimer’a sebep olan Beta-Amiloid plaklarının yok olduğu ve tıpkı kontrol grubundaki sağlıklı fareler gibi unutkanlık problemi ortadan kalktığı görüldü

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++++++

Kaynak: http://news.bbc.co.uk/2/hi/8443541.stm

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Şizofreni, beyne giden kan akışını değiştiriyor.

Şizofreni, genellikle depresyonla birlikte görülen bir rahatsızlıktır. Hastaların en karakteristik semptomu kuruntular içerisinde olmalarıdır. Takip edildiğini sanma, üstünlük kompleksi (megalomani), kendisine komplo kurulduğuna inanmak gibi hayali kuruntular en sık görülendir. Bunların dışında, dine aşırı düşkünlük, tanrı ile konuşma, alınganlık, kendi iç dünyasına kapanma, kişilik kırılması, basmakalıp konuşmalar gibi durumlar da şizofreni hastalarının karakteristik özellikleri arasındadır.

Şizofreni, beyne giden kan akışını değiştiriyor.

Şizofrenin sebebi tam olarak bilinmese de hastalığın entelektüel kişiler arasında daha sık görülmesi dikkatleri zekayı belirleyen genlerin üzerine çekiyor. Bu bağlamda, Psikiyatrist Randolph Nesse oluşturduğu bir hipoteze göre şizofren, birçok mükemmel genin birlikte çalışırken oluşturduğu, bir yan etkidir. (1)

Her ne kadar şizofrenin sebebi konusunda elde somut bir kanıt olmasa da yapılan araştırmaların bazılarında beynin belirli bölgelerinde kan akışı sırasında türbülanslar olduğu tespit edilmiştir. Bu türbülanslar beynin Frontal lobu denilen ön kısmında (ön beyin) gerçekleşmektedir ve bu kısım bilinçli düşünme, karar verme, muhakeme ve dürtülerin kontrolünden sorumlu bölgedir. Beynin bu bölgesindeki kan türbülanslarının tesbiti, şimdiye kadar SPECT (Single Photon Emission Computed Tomography) ve PET (Positronen-Emissions-Tomographie) denen metotlar ile kana Radyoaktif kontrast madde verilerek yapılıyordu. Bu metot, hem pahalı hemde radyasyonun vücuda zararlı olması nedeni ile uzmanlar tarafından pek tercih edilmiyor.

Yeni bir teknik: Radyasyon yerine mıknatıs

Almanya Bonn Üniversitesi / Radyaloji kliniğinin geliştirdi yeni bir teknikle, beyinde kan akışı esnasında oluşan türbülanslar, artık radyoaktif madde kullanılmadan tespit edilebiliyor. Bu yeni metodun adı CASL dir (Continuous Arterial Spin Labeling). Bu yeni metot ile hastaların boynundan beyne giden kan yüksek frekanslı manyetik etiketleme yapılıyor ve  ardından manyetik etiketli kan ile etiketsiz kanın miktarı beyinde ölçülerek, türbülans olup olmadığı tespit ediliyor. Araştırmacılar CASL yönteminin, PET ve  SPECT yöntemi kadar güvenilir sonuç verdiğini aynı zamanda hem ucuz hem de radyasyonsuz olmasının bir avantaj olduğunu belirtiyorlar.

Ön beyne az kan gidiyor

Bonn Üniversitesinde yeni uygulamaya geçen bu yöntem ile 25 sağlıklı ve şizofreni hastalarından oluşan bir grubu ile araştırma yapılmış olup çok memnun edici sonuçlar alınmıştır.

Sonuç

Şizofren hastalarında, beyincik denen beynin Cerebellum kısmına sağlıklı insanlara göre ve daha fazla kan gidiyor, frontal lob adı verilen kısmına ise (ön beyin) daha az kan gidiyor. (2)

***

Dünyada 45 milyon insan şizofreni hastasının olduğu tahmin ediliyor. Şizofrenin toplumda  görülme sıklığı % 1 dir ve bu oran her toplumda her kültürde aşağı yukarı aynıdır. Ruhsal hastalıklar arasında üçüncü sırada yer alan şizofrenin sebebi hala bilinmiyor.

Ünlü nobel ödüllü matematikçi John Fober Nash, ressam Vincent Van Gogh, fizikçi Isaac Newton Immanuel Kant, şizofreniden nasibini alan ünlüler arasındadır. Ayrıca Albert Einstein, Carl Gustav, Bertrand Russell ın akrabaları arasında da şizofreni hastaları bulunuyordu.

ilk yayınlanma tarihi : 6. Juli 2010 21:16

Mehmet Saltürk

+++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
+++++++++++++++++++++++++++++

Resting-State Perfusion in Nonmedicated Schizophrenic Patients: A Continuous Arterial Spin-labeling 3.0-T MR Study

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

KAL-1 Geni / Koku alamama ile küçük cinsel organ arasındaki ilişki

Küçük penis, küçük testis ve iyi koku alamama arasında nasıl bir ilişki var?

Bir gen çalışırken belirli bir görevi yerine getirir. Eğer aynı gen herhangi bir sebepten dolayı çalışmazsa, yerine getirdiği görev ile hiç alakası olmayan problemler ortaya çıkarabilir.

Bir genin çalışmadığı durumlarda meydana gelen yan etkilerinden biride küçük penis ve küçük testis dir. Kal-1 geni de bunlardan biridir.

Kal-1 geni X Kromozomu üzerinde 7191 harf(bp) uzunluğunda büyük bir gendir. Bu gene, 204513 harf (bp) uzunluğunda bir DNA parçasının içerisinde, 14 parçadan (Exon dan) oluşur.

Hamileliğin ikinci haftasında KAL-1 geni Koku-Soğancığının (olfactory bulb) oluşacağı bölgeye yakın bölgedeki hücrelerde çalışmaya başlar. Bu gen Anosmin adı verilen bir protein sentezler. Bu proteinin görevi hücreleri birbirine yapıştırmak tır. Koku soğancığından beyne doğru yola çıkan sinir hücrelerinin aksonları, Anosmin sayesinde beyindeki sinir hücrelerine yapışırlar. Yapışma gerçekleştiğinde, koku soğanı ile beyin arasında sinir hücrelerinden, bant veya  şerit benzeri bir yol oluşur.

Eğer KAL-1 geni bir problemden dolayı çalışmazsa, Anosmin sentezleyemez. Anosmin olmazsa, koku soğancığından çıkan sinir hücreleri beyne ulaştığında oradaki hücrelere yapışamaz ve beyinle burun arasında bağlantı kurulamaz, dolayısıyla kişi koku alamaz.

Küçük penis ve testisin kokuyla ne alakası var ? 

Cinsel gelişmenin ilk başladığı bögede koku soğancığına yakın bir yerde bulunur. İlk cinsel gelişme eski bir hormon yakalayıcı olanKalmann sendrom Pheromonal organda(koku organı) başlar. Buradaki sinir hücreleri beyne doğru göç ederler. Göç ederken daha önce koku soğancığının beyne gönderdiği şerit şeklindeki yolu tıpkı bir tren rayı gibi kullanarak beyindeki ulaşacağı yeri bulurlar.

Eğer KAL-1 geni bir sebepten dolayı çalışamaz ve “Anosmin” sentezleyemez ise bu sinir hücreleri yollarını hiçbir zaman bulamaz ve kaybolup giderler. Hedefe ulaşamayan sinir hücreleri bir dizi sexüel hormonun sentezlenmesi için gerekli komutları da veremez.

Örneğin, gonadotropin sentezlenmezse, kana Lutein (LH ) salgılanması yapılamaz, lutein olmadan testis gelişmez, testis gelişmeyince yeterli seviyede testosteron üretilemez ve kişi cinsel istek duymaz.

Kallmann Sendromuna sebeb olan KAL-1 geninin bilinen 4 mutasyonu vardır.

Bunlar sırayla; 

  • KAL-1 X kromozom üzerinde,
  • KAL-2 8. kromozom üzerinde,
  • KAL-3 20. kromozom üzerinde,
  • KAL-4 3. kromozom üzerinde yer almaktadır.

Bu mutasyonlar genellikle genin bir kısmının veya tamamının silinmesi (deletion) şeklinde olmaktadır. En sık rastlanan formu 8. kromozom üzerinde bulunan KAL-2 formudur.

Kallmann Sendromuna erkeklerde kadınlara oranla daha sık rastlanmaktadır

Görülme sıklığı 

  • Erkeklerde 1/10000
  • Kadınlarda : 1/50000 dir.

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++++++

Sigaranın parkinsona karşı koruyucu etkisi

Sigara başta kanser olmak üzere birçok hastalığa sebep olduğu biliniyor. Yapılan bir araştırma sigaranın olumsuz yüzlerce zararına karşın parkinson ile mücadelede bir umut olabileceğini gösteriyor. Ama hemen belirtmek gerekiyor, sigaranın bu olumlu etkisi her sigara içicisine değil sadece sigara içenler içerisinde belirli bir gen varyasyona olanlarda görülüyor.

Bazı sigara içicilerinde parkinson hastalarının durumunda iyileşme görülürken bazılarında iyileşmenin görülmemesi, şüpheleri kişiden kişiye değişen gen varyasyonlarına çekti.

Bu konuda yapılan gen analizleri 19. Kromozomda bulunan CYP2A6 geninin belirli bir varyasyonuna sahip olan sigara içicilerinde parkinson hastalığına daha az yakalandığını gösteriyor. Aslında bu genin vücutta nikotini parçalayan enzim kodladığı biliniyor.

Parkinsonda iyileşmenin varyantlı CYP2A6 genin sentezlediği bir enzimden mi, yoksa nikotin parçalandıktan sonra ortaya çıkan atık madde olarak tanımlanan Cotininden mi kaynaklandığı araştırılıyor. Bu konuda egemen olan görüş Cotinin den  kaynaklanmış olabileceği yönünde.

Mehmet Saltürk

+++++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
+++++++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Smoking duration, intensity, and risk of Parkinson disease

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Dopamin ve korku

Ne kadar korkak veya ne kadar kahramanız

Dopamin bir Nörotransmitterdir ve bütün neurotransmitter gibi dopamin de sinir hücreleri arasında sinyalleri taşır.

Dopaminin vücutta  kalp atışı ve kan basıncını ayarlama gibi önemli görevlerinin yanı sıra, beynin ödüllendirme mekanizmasında da görev alır. Beyindeki dopamin miktarının düşmesi hareketlerin kontrol edilmesini zorlaştırır. Dopaminin vücutta uzun süre düşük seyretmesi ise parkinson gibi ağır hastalıklar da ortaya çıkmasına sebep olabilir.

Korkunun şiddeti ile dopamin miktarı arasındaki ilişki

Beynin iç kısmında amigdala denilen küçük bir bölge bulunur. Bu bölge korku anında dopamin salgılayarak çığlık atma, yüz hatlarının gerilmesi, kan basıncının yükselmesine sebep olur.

Beynin iç-orta kısmında amigdala ile birlikte korku anında rol alan Gyrus cinguli denilen bir bölgede daha bulunur. Gyrus cinguli bölgesi acıların algılandığı ve aynı zamanda otobiografik hafızanın bulunduğu yerdir. Bu bölgede acı ve tatlı anılar gerektiğinde tekrar hatırlanmak üzere depolanır.

Korkunun  şiddeti dopamin miktarının konsantrasyonuna bağlı

Berlin Charité Üniversitesinde Professor Andres Heinz ve çalışma grubu PET yöntemi ile (Positronen-Emissions-Tomographie) amigdala daki dopamin miktarını ölçtüler, daha  sonra  beyindeki duygusal olayların algılanıp yorumlandığı Gyrus cinguli bölgesinin aktivitesini ölçmek için beynin MRT si (Magnetresonanztomographie) çektiler. Bu çekimleri esnasında deneklere pozitif, negatif ve nötr resimler gösterilerek yapıldı.

Sonuç

  • Korkunun şiddeti amigdala da depolanan dopamin miktarı ile doğru orantılı olarak artıyor.
  • Korkunun şiddeti ile ilgili diğer bir diğer faktör de amigdala ile gyrus cinguli arasındaki karşılıklı etkileşiminin yoğunluğuna bağlı. Etkileşim ne kadar yoğun ise korkunun şiddeti o kadar az oluyor.

ilk yayınlanma tarihi :30. April 2010 23:26

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Dopamine in amygdala gates limbic processing of aversive stimuli in humans

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.