Parfüm seçerken bazı kokuları neden tercih ederiz

Bazı parfüm kokuları hoşumuza gider iken bazıları neden hoşumuza gitmez 

Şimdiye kadar cevabı bilinmeyen bu sorunun artık şimdi cevabı biliniyor. Max-Planck enstitüsünün yapmış olduğu fig 2araştırmada bu sorunun cevabının genetik kodlarımızda saklı olduğu bulundu. Buna göre parfüm seçiminde immuno-genler tarafından yönlendirilen ve bağışıklık sistemimizi güçlendirmeye yönelik tercihler rol oynamaktadır.

 Bağışıklık sistemi ve koku seçimi  

İnsanda, bağışıklık sisteminde rol oynayan yaklaşık 400 civarında gen bulunmaktadır. Bu genlere İmmunogen genler denmektedir. Her insanda bu genlerin birkaç değişik varyasyonu (İmmunogen varianten) bulunmaktadır ve bu varyasyonlar kişiye özel vücut kokusunu belirlemede de önemli rol oynamaktadır.

Kişiye özel vücut kokusu o kişinin immuno-genleri ve buna bağlı bağışıklık sistemi hakkında genetik bilgiyi de içermektedir. Örneğin; 1990 yılında yapılan bir araştırmada, birbirlerinin vücut kokusunu beğenen kadın ve erkeklerin MHC genlerindeki varyasyonlarının aynı olduğu tespit edilmişti. (Bak: Eş ve arkadaş seçiminde genlerin rolü) Ama asıl önemli olan MHC geninin varyasyonlu kısımlarının enfeksiyonel hastalıklara karşı antikorları üreten genetik şifreyi içeriyor olması.

Şimdi, Max-Planck enstitüsü, 1990 yılında yapılmış olan bu araştırmanın ışığında yeni bir araştırma daha yaptı. Deneklere hem parfüm kokusu hemde karşı cinsin vücut kokusu koklatıldı ve ardından gen analizleri ve MRT çekimleri yapıldı.

Sonuç

MCH genin aynı varyasyonuna sahip denekler aynı parfüm ve aynı vücut kokusunu beğendiler. Yani, parfüm kokusu ile vücut kokusu aynı genlerin aynı varyasyonları tarafından kontrol ediliyor.  Ayrıca bu araştırmada koku beğenisinin bağışıklık sistemini güçlendirmeye yönelik bir eylem olduğu da tespit edildi.

Mehmet Saltuerk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Major histocompatibility complex peptide ligands as olfactory cues in human body odour assessment

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Fast food, astım ve egzama gibi alerjik hastalıklara yol açıyor

Pizza, döner ve hamburgerin bol miktarda tuz, şeker ve birçok tatlandırıcı ile katkı maddesi içerdiği ve bunların da kalp, kardiyovasküler ve diyabet gibi hastalıklara yol açtığı biliniyor.fig 5

Yeni Zelanda Auckland üniversitesinin yapmış olduğu geniş çaplı bir araştırmada fast-food ile beslenenlerin yüksek oranda astım ve alerjik hastalıklara yakalanma riski de taşıdığını bulundu.

181000 i elli farklı ülkeden olmak üzere yaşları 13 ile 14 arası değişen 319000 çocuk ve gençle yapılan geniş çaplı araştırma, haftada 1 ile 3 kez fast-food yiyenlerin sağlıklı beslenenlere göre daha fazla astım ve  alerjik hastalıklara yakalandığını gösteriyor.

Konu ile ilgili yapılan açıklamada, bu oranın gençlerde % 39, çocuklarda ise %27 olduğu belirtildi.

Mehmet Saltuerk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Do fast foods cause asthma, rhinoconjunctivitis and eczema? Global findings from the International Study of Asthma and Allergies in Childhood (ISAAC) Phase Three

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Viagranın yağ yakma özelliği

Viagra erkeklerde ereksiyon bozukluklarına karşı kullanılan etkili bir ilaçtır. Viagranın etken maddesi Sildenafil sitrat dır.

Sildenafil sitratın ereksiyon problemini düzeltme dışında şimdiye kadar hiç keşfedilmemiş bir başka işlevi daha ortaya çıkarıldı. Bonn üniversitesi tarafından yapılan araştırmada, Sildenafil verilen şişman farelerin vücudunda bulunan beyaz yağ hücrelerinin yok olduğu ve farelerin şaşırtıcı bir şekilde normal kiloya eriştiği saptandı. Sildenafilin bu olumlu etkisinin ilerde obezite ve obeziteye bağlı iltihaplanmaları önlemede etkin bir şekilde kullanılabileceğini düşündürüyor.

Sildenafil vücutta nasıl çalışıyor

Sildenafilin vücutta nasıl çalıştığını geçmeden önce ereksiyonun nasıl gerçekleştiğine kısaca bir göz atmakta fayda var. 

Ereksiyon, bir reaksiyonlar zinciridir 

  • İlk reaksiyon, seksüel uyarılma ile başlar
  • Sonra sinir hücrelerinden beyne cGMP(guanozin monofosfat) sentezlenmesi için sinyal gönderilir
  • Sentezlenen cGMP, peniste erektil dokularda bulunan kasların gevşemesine ve buna bağlı olarakta kanın hızla  erektil dokulara akmasını sağlar
  • Son olarak, kanla dolan erektil dokular sertleşerek ereksiyon gerçekleşmiş olur

Ereksiyon bozukluğu: Birçok ereksiyon bozukluğunda PDE-5 (fosfodiesteraz 5) adında bir enzim baş rolü oynamaktadır. Bu enzim cGMP lerin sentezlenmesini engelleyerek penise kan gitmesini önler.

Viagra iş başında: İşte viagranın görevi tam da burada başlar. Viagranın içerisinde bulunan sildenafil, PDE5 leri bloke ederek cGMP miktarının artmasını sağlar. Miktarı artan cGMP ler  kasları gevşeterek penisteki erektil dokulara kanın gitmesini sağlar ve böylece ereksiyon gerçekleşmiş olur.

Sildenafilin görevi burada bitmiyor. Yapılan araştırmalar uzun zaman sildenafil verilen şişman farelerin kilo kaybına uğradığını da gösteriyor. Sildenafil´in kilo kaybında nasıl bir rol adığı ise şimdilik bilinmiyor.

Beyaz yağ hücreleri, kahverengi yağ hücrelerine dönüşüyor

Uzun zamandan beri cGMP in yağ hücreleri üzerindeki etkisini araştıran Bonn üniversitesi Farmakoloji ve Toksikoloji Enstitüsünden araştırmacılar şişman farelere yedi gün boyunca Sildenafil  vererek yaptıkları araştırmada, farelerin şaşırtıcı bir şekilde zayıfladıklarını gördüler. Ayriyeten farelerden alınan dokuların histolojik analizlerinde de beyaz yağ hücrelerinin yok olduğu tespit edildi.  İleri analizlerde ise farelerin vücudundaki beyaz yağ hücrelerinin etkin bir şekilde kahverengi yağ hücrelerine dönüştüğü tespit edilmiştir.

Bu dönüşümün anlamı ne 

Beyaz yağ hücreleri göbek, kalça ve problemli bölgeler olarak adlandırılan bölgelerde depolanarak şişmanlığa sebep olurlar.Tüm hayvansal hücreler ortalama 1000 – 2000 mitokondri içerir. Mitokondriler hücrenin enerji ihtiyacını  karşılayan organelleridir. İçinde en az sayıda mitokondri bulunduran hücreler ise beyaz yağ hücreleridir.  Dolayısiyle beyaz yağ hücreleri vücut  tarafından  en son enerjisi kaynağı olarak kullanılırlar.

Kahverengi yağ hücreleri ise çok fazla mitokondri içerirler bu yüzden vücut kahverengi yağ hücrelerini çok kolay kullanarak ısı enerjisine dönüştürür. Bir başka deyişle kahverengi yağ hücreleri metabolizma tarafından çok daha kolay yakılarak enerjiye çevrilir.

Beyaz yağ hücrelerinin tehlikesi ve sildenafil in iltihabi reaksiyonlara karşı etkisi

Beyaz yağ hücrelerinin vücutta giderek artması şişmanlık sorununu da beraberinde getirir.  Bu da vücutta iltihabi areaksiyonların başlama riskini doğurur. İltihabi reaksiyonlar uzun vadede kalp krizi, kardiyovasküler hastalıklar, beyin kanaması, kanser ve diyabet gibi ağır hastalıkların oluşmasına sebep olan ciddi bir sağlık sorunudur.

Sonuç

Viagrada bulunan sildenafilin beyaz yağ hücrelerini kahverengi yağ hücrelerine dönüştürme özelliği, iltihabı reaksiyon tehlikesini de ortadan kaldırmış oluyor. Yani viagra sadece ereksiyon problemini çözmek ile kalmayıp, zayıflamaya da yardımcı olarak şişmanlığın oluşturduğu kalp krizi, kardiyovasküler hastalıklar, beyin kanaması, kanser ve diyabet gibi yan riskleri de önlüyor.

Farelerle yapılan bu çalışma ilerde obezite ve obeziteden kaynaklanan hastalıklarla mücadelede büyük umutlar vaat ediyor.

Uyarı: Bu araştırma fareler üzerinde yapıldı, insanlarda da farelerdeki gibi bir sonuç alınıp alınmayacağı henüz bilinmiyor. Yağlardan bir an önce kurtulmak için viagra kullanma konusunda acele edilmemesi gerekiyor.

Mehmet Saltuerk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Increased cGMP promotes healthy expansion and browning of white adipose tissue

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

2012 in review

Die WordPress.com-Statistik-Elfen fertigten einen Jahresbericht dieses Blogs für das Jahr 2012 an.

2012 Cannes Film Festivaline 4.329 film gönderildi. Bu blog, 2012 içinde yaklaşık 55.000 kez görüntülenmiş. Eğer her görüntülenen bir film olsaydı, bu blog 13 Film Festivaline ev sahipliği yapardı

2012 içinde, 23 yeni yazı yazıldı, bu blogun toplam arşivi 100 yazıya çıkıyor. 114 resim yüklendi, toplamda 11 MB. Bu yaklaşık haftalık 2 resim.

Yılın en yoğun günü 3.328 hit ile Nisan 11th oldu. O gün en popüler yazı Ülkelere göre ateizm ve IQ seviyesi. idi.

Klicke hier um den vollständigen Bericht zu sehen.

Çayın DNA’lara olumlu etkisi

Epidemiyolojik çalışmalar düzenli çay içen toplumlarda osteoporoz, kanser, kalp ve dolaşım hastalıklarının daha azcay2 rastlandığını gösteriyor.

Çayın sağlığımıza olan bu olumlu etkisinin sebebi şimdiye kadar pek iyi anlaşılamamıştı. Şimdi ilk kez Bremen Jacobs Üniversitesinden araştırmacılar çay içerisinde bulunan belirli maddelerin insan DNA’sı ile moleküler etkileşim içerisinde olduğunu buldular. Yapılan analizler çay içerisinde bulunan Çay polifenoli (Tee- Polyphenole) kromozomlar üzerinde bulunan telomerlere bağlanarak o bölgenin istikrarlı bir şekilde bozulmadan kalmasını sağladığını gösterdi. 

Aslında çay içerisinde iki çeşit Polyphenole bulunur. Bunlardan biri yeşil çayda bulunan Theaflavin digallat diğeri siyah çayda bulunan Epigallocatechin gallatedir. Çayda bolca bulunan ve antioksidan etkisi yüksek olan bu iki madde kuru çayın % 70 ni teşkil etmektedir.

Çay polifenoli nasıl çalışıyorfoto

Hücrede bulunan telomeraz enzimi, hücrenin her bölünmesinde telomeri bir parça kısaltır. Telomerin uzunluğu kritik bir alt sınıra ulaştığında ise hücre artık bölünmez ve ölür. Aslında ihtiyarlık denilen süreç budur. Yani kişi yaşlandıkça telomerleri nin boyu da kısalır. 

Bremen Jacobs Üniversitesi tarafından yapılan bu araştırmada çayda bulunan çay polifenoli telomerlere bağlanarak bu süreci yavaşlattığı bulundu. Araştırmada model hayvan olarak Drosophila (bir tür sinek) kullanıldı ve çay polifenoli verilen Drosophila´ların ortalama ömrünün % 20 arttığı görüldü. Drosophila dışında insan DNA’sı ile yapılan kültür çalışmalarında  de çay polifenoli nin insan DNA’sı üzerinde olumlu etkisinin olduğu görüldü. 

Telomer nedir

Telomerler, kromozomların uç kısmında yaklaşık 2000 tekrardan oluşan bir nükleotid dizilimidir. Bu dizilim „TTAGGG“ nükleotid sekansından oluşur.

İnsan hücreleri, kendini kopyalayarak yeniler ve kopyalama esnasında telomerler bir miktar kısalır. Telomerlerin bu kısalması yılda yaklaşık olarak 31 harf uzunluğundadır. İnsanların yıllar geçtikçe yaşlanmasının sebebi „TTAGGG” dizisinin gittikçe azalmasından kaynaklanır.

Bu kısalmayı çevresel faktörlerde hızlandırabilir. Örneğin, soluduğumuz kötü hava veya sigara içmek gibi akciğer hücrelerini doğrudan etkileyen olumsuz faktörler hücrelerin tahribatına sebep olmaktadır. Tahrip olan hücreler ise kendini zamanından önce kopyalayarak yenilemeye çalışırlar. İşte bu zamanından önce yenilenmeler, telomerin normalden daha çabuk kısalmasına sebep olur. Sigara içen veya kötü havayı soluyan kişilerin yaşına göre daha yaşlı görünmesinin sebebi telomerlerin zamanından önce kısalmasıdır.

Mehmet Saltuerk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Phenolic promiscuity in the cell nucleus – epigallocatechingallate (EGCG) and theaflavin-3,3′-digallate from green and black tea bind to model cell nuclear structures including histone proteins, double stranded DNA and telomeric quadruplex DNA

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

´

Alkolün kas gelişimi ve hormon dengesine olumsuz etkisi

Alkolün hem zihinsel aktiviteyi hemde vücut performansını düşürdüğü bilinmekle birlikte günümüzde çok az bilinen alkol-yasak-21özelliklerinden biride, kas gelişimini durdurarak vücutta deformasyona neden olmasıdır.

Alkol, hücrelerdeki protein ve hormon sentezini düşürerek kas kaybına sebep olmaktadır

İnsan vücudunda kas gelişimi için gerekli olan proteinler, kas dokusunda bulunan hücreler tarafından üretilir. Alkol bu hücrelerin protein üretimini % 35 civarında düşürüyor. Bunun yanında büyüme hormonunun sentezini de baskılıyor. Bu yüzden sürekli alkol tüketen kişilerde protein sentezine ve hormona bağlı olarak kaslarda gerileme ve dolayısıyla da vücut yapısında bozulmalar görülür (2). Alkolün sporculara tavsiye edilmemesinin önemli nedenlerinden biri de budur.

Alkol vücuttaki hormonal dengeyi de bozmaktadır. Örneğin, büyüme hormonu sentezini baskılanmasının yanı sıra sex hormonu Testosteronun üretimini de baskılamaktadır. Buna göre düzenli alkol tüketen kişilerde testosteron hormonunun seviyesi olması gerekenin çok altındadır. Başka bir ifade ile alkol kişinin cinsel yaşamı da olumsuz yönde etkilemektedir.

Ayrıca alkol vücutta stres hormonu kortizolün de artmasına sebep olmaktadır. (1) (3)

Alkol, vücuttaki suyu azaltarak kas kaybına sebep olmaktadır

Alkolün herkesçe bilinen bir özelliğide idrar söktürücü etkisinin olmasıdır. Vücudun, alınan alkolü parçalayıp dışarıya atabilmesi için bol miktarda suya ihtiyacı vardır. Alkol hücrelerdeki, özellikle de kas hücrelerindeki suyu büyük miktarda dehidre etme özelliğine sahiptir. Bu nedenle düzenli alkol tüketenler sadece hormonal kas kaybına değil aynı zamanda su kaybından kaynaklanan kas kaybına da maruz kalırlar. (4)

Alkolün diğer zararları

Alkol vücutta mineral konsantrasyonunu düşürüyor  Alkol, vücuttan minerallerin özellikle de magnezyumun büyük miktarda dışarıya atılmasına neden olur. Aşırı içki içildikten sonra görülen kas kramplarının nedenlerinden biri de dışarıya atılan bu minerallerin eksikliğinden kaynaklanmaktadır. (5)2

Alkol kilo aldırıyor: Bira, alkol dışında, karbonhidrat ve protein gibi enerji kaynakları içermektedir. 1 ml bira yaklaşık 0,5 kcal bir enerjiye sahip olup, bu da bir şişe birada (~ 0,5 L) yaklaşık 250 kcal bir enerjiye denk gelmektedir.

Sonuç

Eğlenmek hayatımızın bir parçasıdır ve bunun içinde alkol içmekte bulunmaktadır. Arada bir keyif için içilen bir bardak bira ile her akşam içilen yüksek miktardaki alkol arasında çok büyük fark vardır. Bu yüzden alkol içmeye başlamadan önce alkolün bugüne kadar bilmediğimiz bu etkilerini göz önünde bulundurmakta fayda var.

Önemli bir ayrıntı: Cambridge üniversitesinin yapmış olduğu bir araştırmaya göre; alkolizm, beyin kimyasını bozan nörolojik bir hastalıktır ve şimdilik tedavisi yoktur. (6)

Mehmet Saltuerk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltuerk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Kaynaklar

  1. Effects of Alcohol on Plasma Testosterone and Luteinizing Hormone Levels
  2. Alcohol Accelerates Loss of Muscle and Impairs Recovery of Muscle Mass Resulting  From Disuse Atrophy
  3. Effect of alcohol on sleep and nighttime plasma growth hormone and cortisol concentrations.
  4. Alkenes by Dehydration of Alcohols
  5. Alcohol and Nutrition
  6.  Wiping memories to tackle alcoholism

Gen terapi, epilepsi hastaları için yeni bir umut

Epilepsi, kısaca beynin belirli bölgelerinde bulunan sinir hücrelerinin aşırı uyarılması olarak tarif edilebilir. Genetik sebeplerden kaynaklanabileceği gibi yaralanmalar nedeni ile sonradan da ortaya çıkabilir.

Dünyada 50 milyon epilepsi hastası olduğu tahmin ediliyor ve bunların ancak % 20 si optimal bir tedavi görebiliyor.

Her ilaçlı tedavi, her epilepsi çeşidinde olumlu sonuç vermiyor. Böyle durumlarda bazen beyindeki sorunlu bölgelerin alınması gündeme gelebiliyor. Eğer sorunlu bölge beynin yaşamsal öneme sahip bir merkezinde ise hastaya cerrahi müdahale de yapılamıyor.

Gen tedavisi

Hücre içerisindeki iyon dengesi sağlık için çok önemilidir ve hücre içindeki bu denge hücre zarında bulunan iyon kanalları vasıtası ile sağlanır. Hücre zarında iyon akışını sağlayan çeşitli kanallar bulunmaktadır. Potasyum ve sodyum kanalları bunlardan bazılarıdır.

Hücre zarında bulunan potasyum ve sodyum kanalları hücre içi ve dışı iyon akışını sağlayan kanallardır. Epilepsi hastalarının beyin hücrelerinde bulunan potasyum kanalları düzenli çalışmadığı için hücre içindeki potasyum iyonları dışarıya çıkamaz. Potasyum iyonlarının dışarıya çıkmaması ise sinir hücrelerinin kasılmasına ve dolayısı ile hastanın epileptik nöbetler geçirmesine sebep olur.

Metot

Araştırmacılar yaptıkları çalışmada, potasyum kanallarının genetik planını yapan genin sağlıklı birkaç kopyasını doğrudan sıçanların beynindeki epilepsi odağına enjekte ettiler. Sonuç olarak, beyin hücreleri daha fazla potasyum kanalı oluşturdular ve böylece hücrelerden dışarıya daha fazla potasyum iyonu çıkmasının önü açılmış oldu. Potasyumun hücre dışına çıkması ile birlikte hücre içi ve hücre dışı iyon dengesi normale döndü. Yapılan bu genetik müdahale sonrası tedavi edilen sıçanlarda epilepsi nöbetleri sona erdi.

Farelere uygulanan bu tekniğin hiçbir yan etkisi görülmedi ancak uygulamanın insanlarda başarılı olup olmayacağı henüz bilinmiyor.

Gen tedavisinin ilk etapta hiçbir müdahale yapılamayan hastalar için uygulanması düşünülüyor.

Mehmet Saltuerk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltuerk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Optogenetic and Potassium Channel Gene Therapy in a Rodent Model of Focal Neocortical Epilepsy

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Sigara içen kadınlar ortalama 10 yıl daha az yaşıyor.

Oxfort üniversitesinin sigara içen, içmeyen ve sigarayı çeşitli yaşlarda bırakmış 1 milyon kadınla yapmış olduğu bir araştırma, sigara içen kadınların sigara içmeyenlere göre ortalam 10 yıl daha az yaşadığını gösteriyor. (Bu araştırma için 50 ile 80 yaş arası ölümler dikkate alınmıştır.)

Daha önce sigara içmiş olup, sonra bırakmış olanların durumu ise sigarayı hangi yaşta bıraktığına bağlı olarak değişiyor. Bu gruptakiler sigarayı bıraktığı yaşa bağlı olarak ömürleri uzuyor. Başka bir ifadeyle ne kadar erken bırakılırsa o kadar uzun yaşınıyor.

Metot

1940 yılı ve daha öncesi doğan kadınlar üç gruba ayrıldılar:

  • Sigara içenler ( katılımcıların %20 si )
  • Sigarayı bırakanlar ( katılımcıların  %28 i )
  • Hiç içmeyenler ( katılımcıların %52 si )

Araştırmaya katılanların 1996 yılından 2011 yılına kadar her üç yılda bir düzenli sağlık taraması yapıldı ve bu 15 yıllık süre içerisinde 66.500 kadın öldü.

Sonuç

  • Günde bir paket ve daha fazla sigara içenlerde ölüm oranı hiç içmeyenlere göre 3 kat daha fazla
  • Sosyal içici diye adlandırılanlarda ölüm oranı hiç içmeyenlere göre 2 kat daha fazla
  • Sigarayı bırakanların ölüm oranı ise hangi yaşta bıraktığına bağlı olarak değişiyor. Örneğin 30 yaşından önce bırakanlar % 3, 40 yaşında bırakanlar % 10 daha fazla risk taşıyorlar (hiç içmeyenlere göre)

Ölüm oranları

  • Sigara içenlerin %53’ü 80 yaşına gelmeden ölüyor
  • Sigara içmeyenlerin sadece %23’ü 80 yaşına gelmeden ölüyor

Ölüm nedenleri arasında kronik akciğer rahatsızlığı, akciğer kanseri ve kalp damar rahatsızlığı birinci sırada yer alıyor.

Not: Hesaplamalar, yaşam süresini etkileyen diğer faktörlerde göz önünde alınarak yapılmıştır. Örneğin alkol tüketimi, spor yapıp yapmaması ve vücut indeksi vb. faktörler.

Mehmet Saltuerk

++++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltuerk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

The 21st century hazards of smoking and benefits of stopping: a prospective study of one million women in the UK

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Yazma ve okuma zorluğu: Disleksi

Disleksi, ingiliz doktor W.P Morgen tarafından 1896 yılında tanımlanmış bir rahatsızlık olup, o tarihten günümüze kadar rahatsızlığın tanımı birçok kez değişmiştir. Disleksinin günümüzde kabul gören tanımı ise şöyledir: “Okuma, heceleme ve yazma becerilerinde meydana gelen nörogenetik kökenli bir farklılıktır.” 

Disleksi, doğumla başlayan ve tedavi edilmezse ömür boyu devam eden bir rahatsızlıktır. Disleksi, bazı kaynaklarda öğrenme bozukluğunun bir çeşiti olarak geçse de bunun eğitimle veya zekayla ilgili bir sorun olmadığı artık biliniyor. Disleksi, gelişmiş batı ülkelerinde kimi zaman okul öncesi kimi zaman da ilkokul çağlarında fark edilerek gerekli önlemler alınıyor.

Yapılan araştırmalar genetik mutasyona işaret ediyor

Yapılan araştırmalar rahatsızlığın birçok gende meydana gelen mutasyonlardan (poligenetik) kaynaklandığına işaret ediyor. Her ne kadar tüm mutasyonların yeri tam olarak tespit edilemese de bu konudaki aday genlerin 2, 3, 6, 18, 15. ve 18. kromozomların üzerinde olduğu tahmin ediliyor.

DCDC2 geni ve disleksi

2006 yılında alman ve isveçli araştırma grubu tarafından yapılan bir araştırmada 6. kromozomda DCDC2 geni üzerinde birden fazla noktasal mutasyon olduğu tespit edildi. (1)

DCDC2 geninin görevi nedir: Bu gen, beynin gelişimi sırasında özellikle sinir hücrelerinin beyne doğru hareketi esnasın rol oynayan önemli bir gendir.

Gerek bu gen, gerekse ilgili diğer genlerde meydana gelen mutasyon vaya mutasyonlar bazı proteinlerin normalden farklı sentezlenmesine ve bunun da beynin işitsel-görsel algıların bulunduğu merkezlerde fonksiyonel bozuklukların oluşmasına, bu bozuklukların da yazma ve okuma esnasında harf ve kelimelerin eksik veya yanlış yazılmasına veya okunmasına sebep olur.

Özetleyecek olursak: Disleksiye sebep olan mutasyonlu gen veya genleri taşıyan kişilerin beynine gelen bilgiler mutasyon nedeni ile doğru değerlendirilememekte, bu da gramatik kurallara göre yazma ve okumayı   zorlaştırmakta.

Genetik yapı rahatsızlığı ne oranda etkiliyor

Araştırmalar, okuma zorluğu bulunanların % 50’sinin, gramatik yazma zorluğu bulunanların ise %60 nın genetik nedenlerden kaynaklandığına işaret ediyor. Ayrıca araştırmalardan elde edilen başka bir ilgi çekici sonuç ise genetik nedenlerden kaynaklanan disleksinin erkeklerde iki kat daha fazla görülmesi.

Disleksinin sınıflandırılması

İnternational Classification of Diseases (ICD) ve Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) yapmış olduğu sınıflandırmaya göre disleksi dört ana gruba ayrılıyor.

  1. Okuma ve heceleme bozukluğu (F81.0)
  2. Yazım bozukluğu (F81.1)
  3. Aritmetik bozukluk (F81.2)
  4. Kombine bozukluk (okuma, yazma ve aritmetik bozuk) (F81.3)

Disleksi bir zeka geriliği değildir

Toplumda birçok kişi hatta eğitimcinin disleksi diye bir rahatsızlığın olduğundan habersiz olması bu kişilerin öğrenme-engelli sınıfına konulmasına sebep olmata. Oysa yapılan araştırmalar disleksi olan kişilerin öğrenme engelli olmadığı hatta bazılarının ortalamanın üzerinde bir zekaya sahip olduğunu gösteriyor. (2) (3)

Disleksi olanların içerisinde oldukça fazla yetenekli ve üstün zekalı var

Ressam ve grafiker Ron Davis de disleksi rahatsızlığı bulunan ünlülerden. Ron Davis, disleksiyi Dezoryantasyon’un bir türü olarak tanımlamakta ve Legasthenie als Talentsignal adlı kitabında, dezoryantasyonun doğal yeteneği geliştirdiğini, resim yapmaya, matematiksel düşünmeye ve objeleri 3 boyutta algılayıp değerlendirmeye yatkın olduklarını belirtiyor.

Tarihte ve günümüzde tanınmış Disleksiler

Bazıları nobel ödüllü bilim insanı, sanatçı, politikacının hayattayken yazdığı mektuplar ve tuttuğu notların incelenmesiyle yapılan araştırmalar bu kişilerin büyük bir ihtimalle disleksi olduklarını düşündürüyor .

Tanınmış ünlü disleksiler

Leonardo da Vinci, Albert Einstein, Charles Darwin, Thomas Alva Edison, Alexander Graham Bell, Mozart, Agatha Christie, Johann Wolfgang von Goethe, Jules Verne, Ernest Hemingway, Napoleon Bonaparte Alfred Hitchcock.

Dustin Hoffman, Jack Nicholson, John Lennon, Tom Cruise, Michael Jackson, Tommy Hilfiger, Diego Maradona, Picasso ve daha yüzler tanınmış yetenekli hatta dahi derecesinde kişiye disleksi tanısı konmuştur. (4) (5)

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++++++++

Kaynaklar

  1. The role of gene DCDC2 in German dyslexics http://link.springer.com/article/10.1007/s11881-008-0020-7/fulltext.html?null
  2. Albert Einstein’s dyslexia and the significance of Brodmann Area 39 of his left cerebral cortex http://www.sciencedirect.com/science/article/pii/030698779290052E
  3. Artistic talent in dyslexia—A hypothesis http://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0306987709004058
  4. List of people diagnosed with dyslexia http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_people_diagnosed_with_dyslexia
  5. Berühmte Legastheniker/innen http://blog.legasthenieverband.org/?p=460

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Kan grubu ile kalp krizi taşıma riski arasındaki ilişki

Bir kişinin kalp krizi riski taşıyıp taşımadığı, taşıyorsa ne oranda taşıdığı o kişinin beslenme, spor yapma, sigara içme alışkanlığı ve mesleki durumu gibi çevresel faktör ile genetik yatkınlığına bağlı olarak değişmektedir.

Bu konuda şimdiye kadar bilinmeyen önemli bir faktör daha keşfedildi.
Kan grubu ve kalp krizi riski

Yaklaşık 90.000 kişi ile 20 yıl boyunca yapılan bu istatiksel çalışma şimdiye kadar pek bilinmeyen bir konuya ışık tutuyor.

Bu çalışma, İngiltere’de bulunan National Health Service (NHS) ve Professionals Follow-up Study (HPFS) adlı sağlık kuruluşlarında yapıldı. Araştırma, yaşları 30 ile 75 arası değişen ve yirmi yıldan beri bu kuruluşlarda düzenli olarak sağlık hizmeti alan 62073 kadın ve 24428 erkeğin kan grupları ile kalp krizi geçirme sayıları arasındaki ilişki incelenerek yapıld. Araştırmaya katılan kişilerin yaş, beslenme, vücut ağırlığı, sigara içme alışkanlığı gibi diğer risk faktörleri ayrıca dikkate alındı.
Sonuç: En avantajlı kan grubu 0

20 yıl boyunca elde edilen sonuçlar, kalp krizi konusunda AB grubunun en fazla, 0 grubunun ise en az risk taşıdığını gösteriyor.
Sonuçlar rakamsal olarak şöyle

  • AB grubu kana sahip olanlar, 0 grubundakilere göre % 23 daha fazla kalp krizi riski taşıyorlar
  • A grubu kana sahip olanlar, 0 grubundakilere göre % 5 daha fazla kalp krizi riski taşıyorlar
  • B grubu kana sahip olanlar, 0 grubundakilere göre % 11 daha fazla kalp krizi riski taşıyorlarUnbenannt

Bu farklılığın biyolojik mekanizması ve genetik sebepleri henüz tam olarak bilinmiyor ama daha önce yapılan araştırmalar kan grupları arasındaki bu farklılığın kan damarlarında iltihaplanma ve kanda kolesterol seviyesinin belirlenmesinde etkili olan faktörlerden kaynaklandığını göstermişti. (1)

Bu konuda daha önce yapılan araştırmaların sonuçlarını özetle şöyle:

  1. A grubu kana sahip olanların diğer gruplara göre Low-Density-Cholesterins (LDL-Cholesterin) yani kötü kolesterol seviyesi hafif yüksek (2)
  2. AB grubu kana sahip olanların, kan damarlarının iltihaplanmaya daha yatkın (3)
  3. 0 grubu kana sahip olanların ise kanında bulunan bir maddenin pıhtılaşmayı engelleyerek kan akışını kolaylaştırıyor !

***

Kan grubu biyolojisi çok karmaşık bir sistem bu yüzden kan grubu ile kalp krizi riski arasındaki ilişkiyi ele alan bu istatiksel çalışmadan yola çıkarak sebep hakkında bir yorum yapmak çok spekülatif olur. Bu yüzden konun biyolojik ve genetik mekanizmasının anlaşılabilmesi için yeni araştırmalara ihtiyaç var.

Tavsiye: Kan grubumuzu değiştiremeyiz ama eğer risk taşıyan grupta bulunuyorsak sağlıklı beslenerek, düzenli spor yaparak ve yılda en az bir kez kanda kolesterol seviyesini ölçtürerek, olası bir kalp krizi riskini azaltabilir hatta tamamen ortadan kaldırabiliriz.

Dünyada ve Türkiye’de kan grubu dağılımı

Kalp ve damar hastalıkları hakkında hazırlanmış diğer makaleler



Mehmet Saltuerk
++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Kaynak

  1. ABO Blood Group and Risk of Coronary Heart Disease in Two Prospective Cohort Studies http://atvb.ahajournals.org/content/32/9/2314.abstract
  2. [Correlation between ABO and Rh blood groups, serum cholesterol and ischemic heart disease in patients undergoing coronarography]. http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/7724210
  3. Increased Inflammatory Responses of Persons of Blood Group O to Helicobacterpylori http://jid.oxfordjournals.org/content/181/4/1364.full#abstract-1

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.