Eşcinsellikle ilgili iki mutasyon keşfedildi

Son Güncellem: 24.05.2025

Eşcinsellik Nedir?

Eşcinsellik; bir bireyin kendi cinsiyetinden kişilere karşı romantik, duygusal ve cinsel çekim hissetmesidir. Bu yönelim yalnızca insanlara özgü değildir. Gözlemlenen yüzlerce hayvan türü eşcinsel davranışlar sergileyebilmektedir. Dolayısıyla bu yönelim, doğaya aykırı değil; doğanın bir parçasıdır.

Cinsel Yönelim: Psikolojik mi, Genetik mi?

Bugün elimizdeki bilimsel veriler, eşcinselliğin yalnızca bir “tercih” ya da “çevresel etki” ile açıklanamayacağını net biçimde gösteriyor.

– Peki, cinsel yönelimi yani heteroseksüel, biseksüel veya homoseksüel olmayı belirleyen şey nedir?

Genetik, epigenetik (genlerin nasıl ifade edildiği), doğum öncesi hormon etkileri ve nörolojik gelişim; hepsi bir arada bireyin cinsel yöneliminde rol oynayan faktörler arasında.

Aşağıda okuyacağınız bu makale iki bölümden oluşuyor. Birinci bölümde cinsiyet nedir, kaç çeşit cinsiyet vardır, cinsel yönelim nedir, kaç çeşit cinsel yönelim vardır gibi toplumda pek bilinmeyen, bilinse de pek konuşulmak istenmeyen konulara yer verilecek ve ardından geçmiş yıllarda homoseksüellik konusunda yapılmış genetik çalışmalardan bazı örneklere başlıklar halinde değinilecek. İkinci bölümde ise Chicago Üniversitesi tarafından yapılan ve 7 Aralık 2017 tarihinde Nature dergisinde yayınlanan çok önemli bir araştırmanın dikkat çeken ayrıntıları anlatılacak.

1. Bölüm

Cinsiyet ve Cinsel Yönelim: Sanılandan Daha Çeşitli

Geleneksel ikili cinsiyet anlayışı (kadın ve erkek) genetik çalışmalarla önemli ölçüde sorgulanmaktadır. Turner, Klinefelter ve Swyer sendromları gibi durumlar, biyolojik cinsiyetin kromozomal düzeyde farklılık gösterebileceğini ortaya koymuştur. Cinsel yönelimde de benzer bir çeşitlilik söz konusudur. Alfred Kinsey’in meşhur skalası, heteroseksüel ve homoseksüel yönelimler arasında birçok ara düzeyin bulunduğunu göstermiştir.

Üçüncü gruptaki cinsiyetlere birkaç örnek:

  • Swyer Sendromlular: Genetik olarak erkek (XY) ancak fenotipik olarak kadın görünümüne sahip olanlar (XY-Kadını),
  • Klinefelter Sendromulular: 47 XXY, 46 XY /47 XXY kromozom setine sahip olanlar
  • Turner-Sendromlar: 45,X0 veya 45,X/46,XX kromozom setine sahip olanlar.

Bunlar  üçüncü grupta bulunan cinsiyetlerden sadece birkaçını oluşturmaktadır. Gerek kromozom, gerekse gen düzeyinde meydana gelen değişikliklerden oluşan bu tür cinsel gelişme bozuklukları (disorders of sexual development) istatistiksel olarak 4500 doğumda bir görülür.

Son yıllarda yapılan çalışmalarla gri alanda kalan cinsiyet tanımlamalarına yenileri de eklenmekte. Örneğin, her 100 doğumda bir görülen hypospadias yani üretranın penisin ucunda ve altında bulunması göre yapılan ince tanımlamaların da cinsel gelişim bozukluklarına dahil edilmesi ile cinsiyet çeşitliliğindeki sayı daha da artıyor. Özetleyecek olursak; Kadın ve erkek cinsiyeti dışında gerek genetik gerekse anatomik farklardan kaynaklanan birçok ara cinsiyet çeşidi bulunmaktadır. (1)

Not: Bazı batı ülkelerinde parlamento düzeyinde 3. grup cinsiyetler için toplumsal bazı düzenlemeler yapılıyor.

Kaç çeşit cinsel yönelim vardır

Yapılan araştırmalar cinsiyet çeşitliliğinde olduğu gibi cinsel yönelimde de geniş bir yelpazenin olduğunu gösteriyor. (2)(3) İndiana Üniversitesi‘nden biyolog, seksolog, entomoloji ve zooloji profesörü Alfred Charles Kinsey’in 1948 ve 1953 yılları arasında yapmış olduğu araştırma ile Eşcinsellik ve heteroseksüellik arasında 5 farklı cinsel yönelim grubunun daha tanımladı. Alfred Charles Kinsey’in kendi adıyla anılan Kinsey skalasındaki (The Kinsey Scale) cinsel yönelim grupları şöyle:

  1. Tamamen heteroseksüel
  2. Baskın heteroseksüel, nadiren homoseksüel
  3. Baskın heteroseksüel, sıklıkla homoseksüel
  4. Eşit derecede heteroseksüel ve homoseksüel
  5. Baskın homoseksüel, sıklıkla heteroseksüel
  6. Baskın homoseksüel, nadiren heteroseksüel
  7. Sadece homoseksüel
  8. Cinsel temas yok

Eşcinsellik geni aranıyor

Yapılan birçok çalışma her ne kadar homoseksüelliğin genetik kaynaklı olabileceğinin ipuçlarını verse de bu konuda etkili kaç genin olduğu ve bu genler üzerinde kaç varyantın olduğu halâ net olarak bilinmiyor.

Esas konuya geçmeden önce hazır yeri gelmişken Eşcinsellik konusunda geçmiş yıllarda yapılan önemli araştırmalardan birkaçını başlıklar halinde verelim. Bunlar bize Eşcinselliğin genetik kökenleri üzerine yapılan birçok çalışma, önemli ipuçları sunuyor:

  • Beyin Yapısı Farklılıkları: Gey ve lezbiyenlerin beyin yapılarının heteroseksüel akranlarından farklı olduğu tespit edildi (4).
  • İkiz Çalışmaları: İkizlerle yapılan araştırmalar, cinsel yönelimin genlerle bağlantılı olduğunu gösteriyor.(5).
  • X Kromozomu ve Diğer Kromozom Bölgeleri: Homoseksüel erkek kardeşlerde X kromozomunun Xq28 bölgesinde farklılıklar gözlemlendi. Genom çapında yapılan diğer araştırmalar ise, 7. kromozomun 7q36, 8. kromozomun 8p12 ve 10. kromozomun 10p26 bölgelerinde de farklılıklar olduğunu ortaya koydu. (6).(7)
  • FucM Geni: Kore Bilim ve Teknoloji Enstitüsü tarafından dişi fareler üzerinde yapılan bir araştırmada, FucM geni iptal edilen dişi farelerin erkeksi cinsel davranışlar sergilediği belirlendi. (8)
  • Anne Kaynaklı Genler: Erkeklerde eşcinsellikle ilgili genlerin anne kaynaklı olduğu düşünülüyor. Homoseksüel erkeklerin anne tarafında baba tarafına göre daha fazla eşcinsel kuzen ve dayı barındırma olasılığı daha yüksek.(9)
  • Doğum Sırası Etkisi (Fraternal Birth Order Effect): Her doğan erkek çocuk, kendisinden sonra doğacak erkek kardeşinin eşcinsel olma ihtimalini yaklaşık %33 oranında artırıyor .(10)
    Prenatal Androjen Modeli: Hamilelik süresince anneden salgılanan veya alınan androjen hormonu, doğacak kız çocuklarının gelecekte lezbiyen olma ihtimalini artırabiliyor.(11)

2. Bölüm

İki yeni dikkat çekici mutasyon keşfedildi.

Genome-wide association study (GWAS) kapsamında yapılan geniş kapsamlı bir çalışmada, 1077 eşcinsel ve 1231 heteroseksüel erkeğin DNA örnekleri incelendi. Bu araştırmada, genetik varyasyonlar (tek nükleotid polimorfizmleri veya SNP’ler) detaylıca değerlendirildi. Sonuç olarak, erkeklerde cinsel yönelimi etkileyebilecek iki anlamlı gen varyantı (noktasal mutasyon) keşfedildi. Bu varyantların homoseksüel erkeklerde heteroseksüellere göre daha yaygın olduğu saptandı. Cinsel yönelimin karmaşık genetik yapısı göz önüne alındığında, bu iki gen varyasyonunun homoseksüelliğin anlaşılmasına önemli bir ipucu sağlayabileceği belirtiliyor.

Nedir bu mutasyonlar ?

1. Mutasyon (Chr13: 86504577 – 86504577, rs9547443 SNV C -> T): 13. kromozomda SLITRK5 ve SLITRK6 genleri arasında yer alan bu mutasyon, nöronal gelişimde ve nöropsikiyatrik davranışlarda önemli rol oynayan SLITRK gen ailesiyle ilişkili. Araştırmacılar, bu genin özellikle hipotalamus ve talamus arasındaki Diensefalon’da (ara beyinde) aktif olduğunu buldu. Beyin taramalarında, beynin bu bölgesindeki hücre yoğunluklarının eşcinsel ve heteroseksüel erkeklerde farklı olduğu tespit edildi.

2. Mutasyon ( Chr14: 81445087 – 81445155, rs4411444 SNV A -> G): Bu mutasyon, eşcinsel erkeklerin 14. kromozomunda, tiroid hormonu sentezleyen TSHR reseptör geninde bulunuyor. Bu gende meydana gelen değişiklikler, tiroid bezinin aşırı çalışmasına ve Basedow hastalığı (Toksik guatr) gibi tiroid rahatsızlıklarına neden olabiliyor. Daha önceki çalışmalar, bazı tiroid rahatsızlıkları ile eşcinsellik arasında bir bağlantı olabileceğini gösteriyordu. Örneğin, Danimarkalı araştırmacıların bir çalışması, eşcinsel erkeklerin heteroseksüel erkeklere göre daha fazla tiroid rahatsızlığına yakalandığını ve tiroid rahatsızlığı çeken annelerin daha fazla eşcinsel erkek çocuk doğurduğunu ortaya koydu. (12) (13)

Sonuç

Bu bulgular henüz spekülatif olsa da, eşcinselliğin muhtemel genetik bağlantılarına dair önemli ipuçları sunuyor. Çalışmaya katılan denek sayısının az olması nedeniyle daha geniş çaplı araştırmalara ihtiyaç duyuluyor.

Eşcinsellik, evrimin sunduğu milyonlarca çeşitlilikten yalnızca biridir. Ne bir özenme ne de yetiştirilme biçimiyle homoseksüel olunur. Bilimsel bulgular, homoseksüelliğin bir tercih değil, genlerimizin dikte ettiği bir yönelim olduğunu açıkça gösteriyor. Bilim bize “Homoseksüel olarak doğulur; sonradan homoseksüel olmak diye bir şey yoktur” diyor.

Tarih boyunca birçok toplumda homoseksüellere karşı neredeyse faşizme varan ayrımcılık uygulandı ve ne yazık ki bazı az gelişmiş ve tutucu toplumlarda bu insanlık dışı uygulama hâlâ devam ediyor. Ancak bilim, teknoloji ve tıp alanındaki gelişmeler, her konuda olduğu gibi, eşcinselliğin biyolojik temellerini anlamamıza ışık tutuyor. Bu sayede, toplumların eşcinselliğe bakış açısı her geçen gün yavaş yavaş değişiyor. Özellikle Batılı toplumlarda eşcinselliğin bir hastalık veya ahlaki bir sorun olmadığı, aksine biyolojik bir gerçeklik olduğu artık yaygın kabul görüyor.

Bu konuda son olarak şunu belirtmek isterim: Eşcinsellik binlerce yıldır vardır ve canlılık var olduğu sürece de var olacaktır. En muhafazakar veya en çağdaş ailelerde dahi homoseksüel bir çocuk doğabilir. Buna biz değil, genlerimiz karar verir.


Benzer konuda hazırlanmış diğer makaleler 


 Mehmet Saltuerk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Kaynaklar

  1. Sex redefined
  2. Bisexualitäten – Geschichte und Dimensioneneines modernen wissenschaftlichen Problems
  3. Interview mit dem Soziologen Rüdiger Lautmann: “Nicht nur Sex”
  4. Homosexual Women Have Less Grey Matter in Perirhinal Cortex than Heterosexual Women
  5. Homosexual behavior due to genetics and environmental factors
  6. Linkage between sexual orientation and chromosome Xq28 in males but not in females
  7. A genomewide scan of male sexual orientation
  8. Male-like sexual behavior of female mouse lacking fucose mutarotase
  9. A linkage between DNA markers on the X chromosome and male sexual orientation
  10. H-Y Antigen and Homosexuality in Men
  11. Finger-length ratios and sexual orientation 
  12. A Link Between Maternal Thyroid Hormone and Sexual Orientation?
  13. Genome-Wide Association Study of Male Sexual Orientation

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Kromozomal Hastalıklar–2: Angelman Sendromu, Prader-Willi Sendromu

Angelman Sendromu (AS) ve Prader Willi Sendromu (PWS) 50’li yıllarda tanımlanan ağır genetik iki hastalıktır. Her iki hastalık da toplumda seyrek görülen hastalıklar grubundan olup ikisi de 15. kromozomun 15q11.2-q13 lokasyonundaki hatalardan kaynaklanır. Hastalığa sebep olan bu hata, bazen parçanın (15q11.2-q13) tamamen kopması veya bu bölgedeki bir genin mutasyonu veya 15. kromozom çiftinin değişik kombinasyonundan kaynaklanmaktadır. Her iki hastalığın semptomları doğumla başlar ve ölüme kadar devam eder. Şu anki teknoloji ile her iki hastalığın da geriye dönük tedavisi mümkün değildir.

Aşağıda ayrıntılarını okuyacağınız iki hastalığın her ne kadar genetik sebepleri benzerlik gösterse de etkileri oldukça farklıdır. Hastalıklar hakkında ayrıntıya girmeden önce konunun daha iyi anlaşılması için makalede oldukça fazla geçen gen, kromozom ve delesyon hakkında birkaç temel bilgi vermek kanımca yerinde olacaktır.

Gen nedir

Genler, anne ve babamızdan aldığımız ve çocuklarımıza aktardığımız, hayatın başlangıcından sonuna kadar bizi biz eden kalıtım birimidir. Genler, Adenin (A), Guanin (G), Sitozin (C), Timin (T) olmak üzere 4 farklı yapı taşının değişik kombinasyonlarda yan yana dizilmesi ile meydan gelirler. Bu yapı taşlarına Nükleotid denir.

Vücudumuzun her hücresinden yaklaşık 3 milyar nükleotid vardır ve genler bu 3 milyar nükleotidin belirli bölgelerinde yer almaktadır. Tam kesin sayı bilinmemekle birlikte insanda yaklaşık 20.000 ile 30.000 arası gen bulunmaktadır. (link)

Bu genlerin büyüklükleri ve işlevleri birbirinden çok farklıdır ve genlerin düzenli çalışması ile sağlık arasında doğrudan ilişki vardır. Genlerin sadece sağlığımızla değil aynı zamandan bizim fiziksel görünüşümüzle de doğrudan ilgisi vardır. Örneğin göz rengi, saç rengi, cild rengi hatta parmaklarımızın uzunluğuna varana kadar birçok irili ufaklı ayrıntı ve bizi biz yapan sayısız özellik genlerimiz tarafından belirlenir. Genlerin görevi sadece bunlarla da kalmaz. Genlerimiz aynı zamanda bizim karakterimizin şekillenmesinde de rol oynar. Örneğin; tutkular, sevgiler, nefretler, korkular, alışkanlıklar gibi yaşama dair her şey genlerimiz tarafından şekillenir. Yani genlerimiz bizim kaderimizdir.

Kromozom nedir

Kromozomlar, üzerinde genlerin bulunduğu makro kalıtım birimleridir. Her insan anneden 23, babadan 23 gelmek üzere 46 adet kromozoma sahiptir. Yukarıda bahsedilen 3 milyar nükleotid bu 23 çift kromozom üzerinde adeta paketlenmiş bir şekilde yer alır. Her kromozomdaki nükleotid sayısı ve buna bağlı olarak gen sayısı farklı farklıdır. Örneğin 1 numaralı kromozom, en büyük kromozomdur ve üzerinde 247 milyon nükleotid ve 3148 gen bulunur. Kromozom numarası büyüdükçe kromozomun fiziksel boyutu küçülür ve buna bağlı olarak üzerindeki nükleotid sayısı da azalır. Ama nükleotid sayısının azalması daha az sayıda gen anlamına gelmez. Örneğin 191 milyon nükleotid bulunan 4 kromozomda 453 gen bulunurken, 132 milyon nükleotid bulunan 12. kromozomda 1330 gen bulunur.

Yeri gelmişken birazda kromozomların yapısından da kısaca bahsetmekte fayda var. Kromozomlar bir uzun bir de kısa olmak üzere iki koldan oluşur. Yukarıdaki kısa kola „p“, aşağıdaki uzun kola „q“ kolu denir. Kromozomlar üzerinde her biri kendine özgü bantlardan oluşur. Kromozomlar bu bantlaşma örüntüsüne dayanarak teşhis edilirler. Genlerin kromozom üzerindeki lokasyonu bu bandaların numarasına göre yapılır. Örneğin, 15q11.2-q13 lokasyonu şu anlama gelmektedir: 15. kromozomun uzun kolunun 11.2 bandından 13´e kadar olan bölgedir.

Delesyon nedir 

Delesyon genetikte bir kromozomun bir parçasının kopması veya, kaybolmasıyla meydana gelen kromozom anomalileri olarak tanımlanır. Kopan parça bazen küçük olabileceği gibi bazen büyükte olabilmektedir. Kopan parça üzerinden birçok gen olduğu için kopan parçayla birlikte genler de kaybolur. Genlerin kaybolması ile birlikte bu genlerin yerine getirdiği birçok görev yapılamaz olur ve Angelman Sendromu (AS) ve Prader Willi Sendromu (PWS) gibi birçok hastalık ortaya çıkar. Bu hastalıkların şiddeti kopan parçanın büyüklüğüne göre farklılık gösterir.

Bazen de kopan parça kardeş kromozoma yapışarak o kromozomun gen dengesinin bozulmasına sebep olur.

 Angelman-Sendromu (AS)

Angelman sendromu, doğumla birlikte ortaya çıkan, fiziksel ve zihinsel gelişimi geciktiren, nadir görülen kalıtsal bir bozukluktur. Hastalık ilk olarak 1965 yılında İngiliz çocuk doktoru Harry Angelman tarafından tanımlandı. Sendromun ortalama insidens 1:15.000 ila 1:20.000 arasındadır.

Belirtiler

Belirtilerin yoğunluğu hastanın durumuna göre değişmekle birlikte, hastaların yüzlerinde sürekli gülümseme ifadesi ve ortalamadan daha fazla gülmeleri ile dikkat çekerler. Bu yüzden hastalık ingilizce konuşulan ülkelerde Happy Puppet Sendromu (Mutlu bebek sendromu) olarak da adlandırılır. Angelman sendromluların dikkat çeken başka bir karakteristik özelliği ise yürürken denge sorunlarının olmasıdır.

Yukarıda belirtilen ana semptomlara ek olarak, bu hastalarda birçok semptom daha bulunur. Örneğin; sıklıkla görülen epileptik nöbetler, üç yaşından itibaren fark edilmeye başlayan küçük bir baş (mikrocefaly olarak adlandırılır) ve beynin Elektroensefalografi (EEG ) çekimlerinde elektriksel aktivitelerde anormallikler…

Angelman sendromunda da yaygın görülen başlıca semptomlar şöyle özetleyebiliriz

  • Hiperaktivite, huzursuzluk
  • Az ya da çok hareket veya denge bozuklukları/ataksi (Genellikle koordinasyonsuz hareketler)
  • Konuşma zorluğu. Genellikle konuşmayı anlar ama konuşma yapmadan jestlerle iletişim kurar
  • Hafif bir heyecanlanma hali, çoğunlukla sallanma
  • Salya akması ve aşırı çiğneme hareketleri
  • Uyku-uyanıklık ritminde bozukluk ve az uyku gereksinimi
  • Kâğıt , su ve plastikten çıkan sese büyük ilgi gösterme
  • Beslenme alışkanlığında farklılıklar (Örneğin; büyük iştahla yemek yemek, ya da yenmeyen şeyleri yeme)
  • Küçük bir kafa (mikrosefali) ve beyin dalgalarındaki düzensizlikler
  • Kafa arkasında düzlük
  • Büyük çene ve geniş ağız
  • Geniş aralıklı dişler
  • Uzanan dil
  • Şaşılık
  • Az pigmentli cilt, açık saç ve göz rengi
  • Bebeklikte beslenme sorunları
  • Düz tabanlık
  • Isı hassasiyeti
  • Çocukluk döneminde kilolu olma
  • Omurganın eğriliği (skolyoz)
  • Hipermotor davranış (hareket artışı, huzursuzluk)
  • Epileptik nöbetler
  • Görme bozuklukları
  • Gelişimsel gecikme

Teşhis

Angelman sendromunun belirtileri diğer rahatsızlıklarla benzerlik göstermesi nedeni ile gerek doğum öncesi hamilelik döneminde, gerekse doğum sonrası bebeklik ve erken çocukluk döneminde pek fazla fark edilmeyebilir. Bu nedenle hastalığa ilk tanı genellikle 3 ve 7 yaşları arasında konur.

Angelman sendromunun genetik sebepleri

Angelman sendromu, 15. Kromozomdaki bir anormalliğe bağlı olarak ortaya çıkan kalıtsal bir hastalıktır. Hastalık, genellikle anneden alınan 15. Kromozomun küçük bir parçasının eksik olması (mikrodelesyon) nedeniyle ortaya çıkar.

Vakaların % 10‘u yumurta döllendikten sonra hücre bölünmesi sırasında meydana gelen mutasyondan kaynaklanır. Bu tür vakalarda annenin 15. Kromozomunda hatalı veya eksik bir kısım bulunmamaktadır. Yani genetik kusur (mutasyon) yumurta döllendikten sonra hücresinin gelişmesi sırasında ortaya çıkar.

Çok nadir de olsa babanın 15. Kromozomundan kaynaklanan Angelman sendromu vakaları da görülmektedir.

Yaklaşık Angelman sendromlu her 10 çocuğun birinde 15. kromozom çiftinde herhangi bir anormallik yoktur. Böyle durumlar genetik değişikliğin çok küçük olduğu durumlarda görülür ki, bu vakalar bile artık günümüzde mevcut tekniklerle tespit edilebilmektedir.

Angelmann sendromu çeşitli genetik hatalardan kaynaklanır. Bunlar sırasıyla şöyledir

  1. Mikrodelesyon 15q11.2-q13: Anneden gelen 15. kromozom üzerinde küçük bir parçanın (15q11.2-q13) eksik olmasından kaynaklanır (bu mikrodeletiyon olarak adlandırılır). Bu tür vakalar tüm Angelmann sendromu vakalarının %70 oluşturur.
  2. Paternal Uniparentale Disomie 15 (UPD): Koromozom çiftinin her ikisi de babadan gelir. Anneden gelen 15. kromozom çocukta bulunmaz. Bu tür Angelmann sendromu vakaları tüm vakaların %1’ni oluşturur.
  3. İmprinting center mutations: 15 Kromozomun her ikisinde de İmprinting center çalışmaz. 15 Kromozomda babaya ait küçük bir bölgenin annenin 15 kromozomunda yer almasından kaynaklanır. Görülme sıklığı % 4 dir.
  4. Mutation in UBE3A-Gen: Anneden alınan 15 kromozomun üzerinde bulunan UBE3A geninde meydana gelen mutasyondan kaynaklanır. Angelmann sendromu vakalarının % 5-10 nu oluşturur.

Tedavi

Angelman sendromu, genomda meydana gelen bir anormallikten kaynaklandığı için geriye dönük bir düzenleme şimdilik mümkün değil. Ancak özenli bakım, sevgi ve yoğun pedagojik yardım ile semptomları hafifletmek ve hastanın yaşamını kolaylaştırmak, yaşam kalitesini yükseltmek mümkündür.

Her ne kadar şu anki teknoloji ile hastalığı tamamıyla iyileştirmek mümkün olmasa da gen teknolojisindeki gelişmeler birçok hastalıkta olduğu gibi Angelmann sendromunda da umutları taze tutuyor.

Güncel tedavi metotları

  • Ergoterapi: Hareket terapisi, fiziksel ya da zihinsel etkinlikler yapılarak çocukların mümkün olduğu kadar günlük yaşama katılmaları sağlanır.
  • Konuşma terapisi: Konuşma ve konuşma bozukluklarının tedavisi
  • Mototerapi: Hareket ve davranıştaki hataları ve eksiklikleri düzeltme tedavisi
  • Hipoterapi: At eşliğinde terapi yapılarak fiziksel, zihinsel veya duysal iyileşme ve gelişmesi sağlanır

Prader-Willi Sendromu (PWS)

Prader-Willi sendromu da Angelman sendromu gibi nadir görülen genetik bir hastalıktır. Hastalık ilk olarak 1950’li yıllarda Prader ve Willi adında iki çocuk doktoru tarafından tanımlandı ama hastalığın nedenleri ancak 1981’de çözülebildi.

Dünya genelinde yaklaşık 350.000 – 400.000 kişinin Prader-Willi sendromu olduğu tahmin ediliyor. PWS`nin toplumda görülme sıklığı yaklaşık 1:10,000 ila 1:15.000 dir ve kadın ve erkekte dağılımı aşağı yukarı eşit orandadır.

Belirtiler

Prader-Willi Sendromunun belirtileri hamilelik döneminde pek belirgin olmadığı için bu hastalık da Angelmam sendromu gibi pek fark edilmeyebilmektedir.

  • Hastalığın ilk belirtileri bebeklik döneminde kendini göstermeye başlar. Bu dönemde genellikle beslenme güçlüğü (içmede problemler) ve kaslarda zayıflık görülür.
  • Bebeklik döneminde göze çarpan başka bir özellik ise genital organlarda görülür. Genital organlar eksik veya gözle görülür derecede küçüktür (genital hipoplaziler).
  • Daha fazla yemeye ve doygunluk hissini hissetmeme. Yaş ilerledikçe çocuğun yemek yeme davranışında değişimler başlar.  Bu nedenle Prader-Willi sendromlu çocukların en karakteristik özelliklerinden biri de obez olmalarıdır.
  • Vücut çok az büyüme hormonu oluşturduğu için küçük bir vücut yapısına sahiptirler
  • Küçük eller ve ayaklar (Akromikri)
  • Geç çocukluk ve ergenlik döneminde kasıklarda kıllanma gibi bazı belirtileri görülebilir ancak diğer fiziksel gelişim belirtileri ya gecikmiştir veya hiç görülmez
  • Ergenlikte cinsel organlarda az veya eksik gelişme. Testisler, testisler torbasına inmemiştir (kriptorşidizm).
  • Kızlarda, ilk menstruasyon çok geç gerçekleşir.
  • Cinsiyet hormonlarının yeterli olmamasına bağlı olarak kısırlık ve kemiklerde kırılganlık (osteoporoz).
  • İlerleyen yaşlarda çoğunlukla tip 2 diyabet, tiroid bezlerinde işlevsel bozukluk veya uyku apnesi görülebilir.
  • Omurgada deformasyon (skolyoz).
  • Birçok hastada gözlerini kırpıştırma.
  • Çoğunlukla, zihinsel gelişim yavaş ve konuşulanı anlamada zorluklar.
  • Bazı davranışlar otizmle oldukça benzerlik gösterir.

 Teşhis

Yeni doğan bebeklerde Prader Willi sendromu teşhisi ancak oluşan semptomlara dayanarak yapılabilir. Örneğin, ön teşhis için açıklanamayan zayıflık, yeme ve içmede zorluk gibi… Semptomlar bazen yeterli olabilmekle birlikte bazen bu belirtiler doktorun ve ailenin dikkat çekmeye bilir de.

Ayrıca çocukluk ve ergenlik çağında kandaki büyüme hormonu ile cinsel hormonların (östrojen, testosteron, FSH, LH) ölçümü de Prader-Willi-Sendromu teşhis için bir fikir verebilir. Beyin dalgalarının incelenmesi de (elektroensefalografi, EEG) Prader-Willi- Sendromu teşhisine yardımcı olan bir başka teknikdir. Tabii ki kesin karar gen testi yapılarak verilir.

 Prader-Willi-Sendromu çeşitli genetik hatalardan kaynaklanır. Bunlar sırasıyla şöyledir:

  1. Mikrodeletion 15q11.2-q13: Tıpkı Angelmann sendromunda olduğu gibi Prader-Willi- Sendromunda da 15. Kromozomda küçük bir parçanın (15q11.2-q13) kaybolması ile ortaya çıkar. Angelmann sendromundan tek fark kaybolan parçanın babadan alınan 15. kromozomda gerçekleşmesi. Bu tür vakalar tüm Prader-Willi- Sendromu vakalarının % 70’ni oluşturur.

(Not: Kopan parça yüksek çözünürlüklü, mikroskopla tespit edilebiliyor. Ayrıca çok az hastada 15. kromozomun SNORD116 adındaki bir başka bölgesinde (lokus) olağandışı küçük bir silinmeden kaynaklanan Prader-Willi- Sendromu vakaları da bulunmaktadır.)

  1. Maternale Uniparentale Disomie 15 (UPD): Bu hata bir adet anneden, bir adet de babadan gelmesi gereken gereken 15. kromozomun genetik bir hatadan dolayı her ikisinin de anneden gelemesinden kaynaklanır. Yani Maternale Uniparentale Disomie de 15. kromozomun her ikisi de anneden gelir. Bu tür Prader-Willi- Sendromu vakaları tüm vakaların % 25 ila %30 nu oluşturur.
  2. İmprinting center mutations: 15 Kromozomun her ikisinde de İmprinting center’de çalışmaz. 15 kromozomda anneye ait küçük bir bölgenin babanın 15 kromozomunda yer almasından kaynaklanır. Prader-Willi sendromunun nadir bir formudur. PWS vakalarının sadece % 1’i bu hatadan kaynaklanır.

Tedavi

Prader-Willi sendromu da genomda meydana gelen bir anormallikten kaynaklandığı için geriye dönük bir düzenleme şimdilik mümkün değildir. Tedavi daha çok semptomları hafifletmeye yöneliktir. Örneğin, beslenme kontrolü, fizyoterapi, düzenli egzersiz ve psikolojik ve eğitim desteği uzun vadede bu olumlu sonuçlar vermektedir. Aşırı kiloyu azaltma ve hormonları düzenleme, davranış sorunlarını ilaçla (örn., Nöroleptikler) düzenleme gibi önlemlerle hastanın yaşam kalitesi yükseltilir.

Hastalığın derecesi ve kişiden kişiye değişen bireysel şekillenmeleri hafifletmek için ne gibi bireysel tedavi yöntemleri uygulanabileceği henüz tam olarak bilinmiyor. Bununla birlikte, klinik çalışmalar büyüme hormonu tedavisi ile boy uzunluğunun normalleştirebileceği ve vücut yağ seviyelerini düşürebileceğini gösteriyor.


Benzer konuda hazırlanmış diğer makaleler


Mehmet Saltuerk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++

Kaynaklar

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.