Acıyı fazla hisseden daha şefkatli

İnsanın kendini karşıdaki kişinin yerine koyarak onun acısını hissedebilmesi yani empati kurabilmesi temelde o kişinin kendi acısını ne kadar yoğun hissetmesiyle çok yakından ilgili.

***

Ağrı ve acılarımızı ne kadar yoğun hissediyoruz? Ağrı ve acıya ne kadar katlanabiliyoruz? Bir yerimiz ağrıdığında acımızı hafifletmek için hemen ağrı kesici bir tablet mi alıyoruz?

Bu sorulara verilecek cevap aynı zamanda karşıdaki insanın acılarına ne derece duyarlı olduğumuzu yani empati kurabilme yeteneğimizi de ortaya koyuyor.

Fiziksel acının şiddetinin kişiden kişiye değiştiğini hatta kadınların fiziksel acıya erkeklerden daha fazla duyarlı olduğunu biliyoruz. Peki ama bu fark nereden kaynaklanıyor?

Bilimsel çalışmalardan elde edilen veriler bu farkın beyinde acının algılandığı bölgelerde bulunan sinir bağlantılarının kişiden kişiye farklı olmasından kaynaklandığını gösteriyor.

Acı hissi az ise empati de az

Viyana Üniversitesi‘nden Claus Lamm ve arkadaşlarının yapmış olduğu bir araştırma acı ile empati arasındaki ilişkinin nasıl kurulduğunu ve bunun nörolojik (sinirsel) Ohne Titelboyutunu ortaya çıkardı. Buna göre, fiziksel acı beynin işleyişini değiştirerek kişinin diğer insanlarla empati kurabilmesini sağlıyor.

Nasıl oluyor da acıyı fazla hisseden kişinin empati kurma becerisi de o oranda fazla oluyor.

Bu sorunun cevabı beynin empati bölgesi ile yaşamsal tecrübeler ile öğrenilen bilgilerin toplandığı merkezin birbirine çok yakın olmasında yatıyor. Bu yakınlık haliyle beynin bu bölgeleri arasında daha kolay bilgi alışverişi yapılmasına sebep oluyor

Acılı bir olay karşısında acıyı şiddetli hisseden ve fazla empati kurabilen kişiler, beyinlerinin bu yapısından dolayı karşıdaki kişi ile daha kolay empati kurabiliyor.

Araştırmacılar, beynin bu iki bölgesindeki bağlantı yoğunluğunun edindiğimiz hayat tecrübeleri ile ilgili olabileceğini düşünüyorlar. Buna göre, edindiğimiz tecrübeler beyinin bölgeleri arasında yoğunluğu artırırken, empatiyi de yükseltiyor.

Başkasının acısını ne kadar hissedebiliyoruz

Bu soruya cevap bulabilmek için Claus Lamm ve ekibi 102 kişiden oluşan bir denek grubunda çok aşamalı deneyler uyguladı.

Deneyde kullanılan metot ve aşamaları

1. Aşama: Deneklerin cildine acı duyacakları miktarda elektrik akımı verildi ve aynı zamanda bilgisayar ekranından acı çağrışımı yaptırabilecek çeşitli semboller geçirildi.pnas Ardından deneklere ne kadar acı hissettikleri ve sembollerin kendilerinde nasıl bir duygu uyandırdığı soruldu.

Sonuç olarak cildinde çok acı hisseden deneklerin acı çağrışımı yaptıran sembollere daha duyarlı olduğu tespit edildi.

2. Aşama: Birinci aşamada cildinde yoğun acı hisseden denekler iki gruba ayrıldı ve ikinci aşamaya geçmeden önce birinci grup deneklere ağrı kesici tablet, ikinci grup deneklere plasebo verildi.

Ardından her iki gruptaki deneklerin ciltlerine tekrar elektrik verildi ve aynı zamanda bilgisayar ekranından farklı yoğunlukta acı çeken insan yüz ifadeleri gösterilerek deneklerden bu insanların ne kadar acı duydukları yönünde tahminde bulunmaları istendi.

Ağrı kesiciler empati kurmayı engelliyor

Ağrı kesici verilen birinci gruptaki denekler ağrı kesicinin etkisiyle hem kendi acılarını daha az hissettiler hem de diğer insanların acısını daha hafife aldılar. Başka bir ifadeyle ağrı kesiciler sadece acıyı azaltmak ile kalmıyor aynı zamanda empatiyi de azaltıyor.

3. Aşama: Her iki gruptaki deneklerin beyni Fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI) yöntemiyle görüntülendi. fMRI iki grubun beyninin ilgili bölümlerinde farklı aktivite olduğunu gösterdi. Sonuç olarak beynin serebral korteks bölgesinde yer alan acı ve empatiden sorumlu bölgesinin ağrı kesici tablet alan grupta daha az aktif olduğu görülürken bu bölgenin plasebo alan grupta daha aktif olduğu tespit edildi.

Mekanizma nasıl çalışıyor

Bu araştırma fiziksel acıya duyarlılık ile empati arasında sıkı bir bağ olduğunu göstermesi açısından önem arz ediyor. Acı ve empatinin beyinde gerçekleşen nöronal bir aktivite olduğunun anlaşılmasından sonra gözler mekanizmanın nasıl çalıştığı konusuna çevrildi ve dikkatler vücudun ürettiği ama aynı zamanda ağrı kesicilerin içerdiğinde de bulunan opioid* denilen morfin benzeri ağrı giderici kimyasal bir maddeye çevrildi.

4. Aşama: Opioid’in empati kurmadaki etkisini anlayabilmek için ağrı kesici verilen deneklerle bir deney daha yapıldı. Bu sefer deneklerin bir kısmına hem ağrı kesici hem de Naltrexon (opioid bloke edici ilaç) verilerek ağrı kesicinin etkisi ortadan kaldırıldı. Deneklerin diğer yarısına ise sadece ağrı kesici verildi.

Naltrexon verilen deneklerin elektrik akımının vermiş olduğu acıyı tekrar hisseder hale geldiği ve daha kolay empati kurduğu tespit edildi.

Özet

  • Beyinde acı ve empatiyi algılayan bölgeler birbirine çok yakın ve bu bölgeler gerek genetik nedenlerle gerekse kişinin hayat tecrübesiyle alakalı olarak kişiden kişiye değişen farklı yoğunluklarda sinir hücreleriyle birbirine bağlıdırlar.
  • Beynimizin acı ve empati bölgeleri arasındaki nöronal bağların miktarı acıyı daha fazla hissetmemizi bu da daha fazla empati kurmamızı başka bir ifadeyle başkasının acısını anlamamızı, yani kendimizi acı çekenin yerine koyarak düşünebilme becerisi kazanmamızı sağlıyor.
  • Vücudun kendi ürettiği ve uyuşturucu özelliğine sahip opioid, sadece acıları azaltmakla kalmıyor aynı zamanda kişinin empati kurmasını da zorlaştırıyor.
  • Kişinin geçmişte yaşadığı bir olay muhtemelen beyindeki acı ve empati bölgelerinde yeni nöral bağlantıların oluşmasına sebep oluyor. Zira bu yüzden özellikle belli bir olaya empatiyle yaklaşırken diğer bir olaya tamamen vurdumduymaz davranarak tepkisiz kalıyoruz.

Opioid*: Opioid vücutta morfin gibi etki gösteren kimyasal maddelerdir. Ana kullanım amaçları analjezi’dir. Bu ajanlar merkezi sinir sistemindeki ve gastrointestinal sistemdeki opioid reseptörlerine bağlanarak etki gösterirler. Bu bağlanma sonucu hem istenen hem de istenmeyen etkiler oluşur. Beş çeşit narkotik sınıfı vardır: (wikipedia)

Teşekkür: Bu makaleyi hazırlarken moderasyon aşamada bana yardımcı olan Düsseldorf Heinrich-Heine Üniversitesi Patoloji bölümünden arkadaşım Biyolog Dr Ercan Çalışkan’a çok teşekkürler.

Mehmet Saltuerk

++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Placebo analgesia and its opioidergic regulation suggest that empathy for pain is grounded in self pain

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

ERKEK İÇİN DOĞUM KONTROL HAPI

Yumurta hücresine ulaşabilmek, sperm için maratonun sadece ilk etabı. Anahtarı yoksa, kapıda kalıyor. Tıp nihayet bu anahtarın ne olduğunu buldu. Ufukta erkek için doğum kontrol hapı görünüyor.

Prezervatif yerine hap mı?

Prezervatif yerine, erkeğin de hapla korunması yönünde umut vaat eden bir yenilik var. Zira fare üzerinde gerçekleştirdikleri deneylerde ”tamamen sperme özgü” bir biyolojik farkı bulan Japon bilim adamları, bu farkı ortadan F2.mediumkaldırarak spermlerin ”makul bir süre” hareketsiz kaldıklarını ve böylece yumurt hücresine giremediklerini gözlemlediler. Alanında büyük prestije sahip ”Science” dergisinde yayınlanan çalışmada, araştırmacılar bu farkın insan spermleri için de geçerli olduğunu, dolayısıyla araştırmanın insan spermlerine uyarlanabilir olduğunu vurguluyorlar.

Sperme kapıyı açan anahtarı

Bugün için ilaçla gebeliğe karşı korunma sadece kadında mümkün. Uzun yıllardır süregelen araştırmalara rağmen, tıp henüz erkek için benzeri bir imkan bulamadı. 2012’de denenmiş olan bir ilaç da beklenen başarıyı gösteremedi. Bu uğurda Osaka Üniversitesi görevlilerinden Haruhiko Miyata idaresinde gerçekleşen son araştırma umut vaat ediyor. Bulgular calcineurin olarak bilinen bir proteinin sperm için anahtar rol oynadığına işaret ediyor. Calcineurin yapısal olarak enzim ve regülatör birimlerinden oluşan bir protein. Bu birimlerin birden fazla eş formu bulunuyor. Araştırmacılartamamen sperme özgü iki eş formun [calcineurin-gamma (enzim), calcineurin B2 (regülatör)] spermi yumurtaya girdirecek (anahtar) calcineurin olduğunu keşfetti. Zira bu calcineurin türünü oluşturacak eş formları üreten genler (PPP3CC ve PPP3R2) fare spermlerinden uzaklaştırıldığında, hayvanların sağlığı ve cinsel güdüleri normal seyretmesine karşın, spermler anahtara sahip olmadıklarından dolayı yumurta hücresine girmeyi başaramıyor.

Anahtarsız spermler kapıda kalıyor

Araştırma diğer önemli sonuçları da gün yüzüne çıkarıyor. Denek farelerin hepsinde normal miktarda sperm üretimi söz konusu ve spermler dıştan bakıldığında sağlam görünüyor. Buna rağmen, yumurta hücresiyle bir araya getirildiklerinde yumurta hücresini çevreleyen çok tabakalı zar sistemine takılı kalarak hücrenin içine girmeyi başaramıyor. Zira uzaklaştırılancalcineurin’den dolayı, sperm kamçısı yumurta hücresinin bu çok katlı bariyerini aşacak atik bükülme hareketini yapamıyor, böylece sperm hücresi dölleme sürecindeki bu en kritik son adımıatmayı başaramıyor.

Anahtarı ilaçla etkisizleştirme mümkün

Bu gözlemlerden sonra bilim adamları araştırmanın asıl sorusuna eğiliyor: Spermin yumurta hücresini döllemeyi belirleyecek bu atik bükülme hareketi (hiperaktivasyon) acaba ilaç yoluyla engellenebilir mi? Soruya yanıt bulmak için, iki farklı calcineurin bloke edici ilacınsağlıklı (manipüle edilmemiş) farelere olan etkisini iki hafta süreyle takip eden araştırmacıların bulguları şöyle: Calcineurin-bloke edici ilaçların verilmesinden hemen beş gün sonra farelerde kamçıları bükülemeyen spermler ortaya çıkıyor, bu süre içinde fareler kısırlaşıyor, ”hatta” tüp bebek (IVF; İn-Vitro Fertilization) uygulaması bile sonuç vermiyor.

Genel sonuc

Spermdeki calcineurin farede ilaç yoluyla blokeedilebiliyor. İlacın sağladığı blokaj sperm üretimini etkilemediği gibi, aynı zamanda sperm hücresinin genetik yapısında veya diğer hassas kısımlarında herhangi bir değişikliğe yol açmıyor. Ancak, ilacın etki süresi boyuncakamçılarında ortaya çıkan hareket engellenmesinden dolayı spermler yumurtayı döllemeyi başaramıyor. Fakat bu etki ilaç kesildikten bir hafta sonra ortadan kalkıyor ve spermler tamamen normale dönerek yumurtayı tekrar dölleyebiliyor. Bu da spermlerdeki bu etkinin geçici olduğunu gösteriyor.

İnsan spermleri de aynı anahtara sahip

Calcineurin-gamma ve -B2 eş formları insan spermlerinde de bulunuyor. Bu gerçekten yola çıkan Miyata ve çalışma arkadaşları, fare spermlerinde ilaç yoluyla bu calcineurin formlarında sağlanan blokajın insan spermleri için de söz konusu olabileceğini belirterek ekliyor: ”Aynı sonuçları insan için de düşünebiliriz. Bunu fare deneylerinde kullandığımız ilaçların insandaki etkileri belirleyecek. Ancak araştırmadan edindiğimiz yeni bilgiler bize, yakında erkeklerde de kadının gebeliğini önlemeyi sağlayacak ilaç imkanlarının olabileciğini gösteriyor.”

Yazan: Dr. Ercan ÇalışkanDüsseldorf Heinrich-Heine Universitesi Patoloji bölümü

Mehmet Saltürk
++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++
Kaynak
Sperm calcineurin inhibition prevents mouse fertility with implications for male contraceptive

Science DOI: 10.1126/science.aad0836

science-aas21

 

 

 

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Kız kardeşlerden önce doğan şişmanlamaya daha yatkın

Hamilelik döneminde rahim içi şartlarda meydana gelen değişikliklerin doğacak olan çocuğun gelecekteki yaşamını etkilediği bilim çevreleri tarafından uzun zamandır biliniyordu. Prenatal androgen model olarak adlandırılan bu dönemde alınan ilaçlar, geçirilen hastalıklar, çevresel faktörler, daha önce geçirilen hamileliklerde doğan çocukların erkek yada kız olması gibi faktörler yeni doğacak olan çocuğun gelecekteki kiz kardesler2yaşamında izler taşımasına neden oluyor.

Doğum sırasının erkeklerde etkisi: Şimdiye kadar yapılan bilimsel çalışmalar genellikle erkek kardeşler arasındaki doğum sırasına ve bu sıranın gelecekteki yaşantılarını nasıl etkilediği konusuna yoğunlaşmıştı.

Bu çalışmalardan ortaya çıkan sonuçlardan bazıları şöyle

  • İlk doğan erkekler daha sonra doğan erkek kardeşine göre daha hedefli, daha konservatif, daha dominant bir karakter ve daha güçlü bir vücut yapısına sahipler. (istisnalar hariç). (1)
  • Erkeklerde doğum sırasının vücutta bıraktığı izler bununla da kalmıyor. İsveç’te bir milyon erkekle yapılmış başka bir araştırma ise erkek kardeşlerden önce doğanın daha sonra doğana göre daha fazla diyabet, yüksek tansiyon ve metabolik sendromlar yaşadığını gösteriyor.

Ayrıca bunların dışında Journal of Theoretical Biology dergisinin 7 Nisan 1997 tarihli sayısında yayınlanan ilginç bir araştırma daha var. Bu makalede erkek çocukların doğum sırası ile cinsel yönelimleri arasındaki ilişki anlatıyor. (Eşcinsellik doğuştan mı?)

***

26.000’den fazla kız kardeş ile yapılan bir araştırma

Yukarda kısaca belirtildiği gibi şimdiye kadar yapılan araştırmalar genellikle erkek kardeşlerin doğum sırasına odaklanmıştı.

José Auckland Üniversitesi‘nden Derraik ve arkadaşları nihayet bu konuda kadınlarla ilgili kapsamlı bir araştırma yaptılar. Doğum sırası ile obeziteye yatkınlık arasında yapılan bu çalışmada kız kardeşlerden ilk doğanın, yani ablanın daha sonra doğan kız kardeşe göre % 29 daha fazla şişmanlığa yatkın olduğu tespit edildi. Sebebin ne olduğu şimdilik bilinmiyor.a123

Derraik ve arkadaşları tarafından yapılan ve 1973 -1988 yıllarını kapsayan bu araştırmada İsveç’te doğan 13406 kız kardeşin doğum sırası ile vücut kitle indeksi (VKİ)*, arasındaki ilişki incelendi. Buna göre; İlk doğan kadınların vücut kitle indeksinin (VKİ), kendisinden sonra doğan kız kardeşlerine göre ortalama % 2,4 daha fazla. Bu durum başka bir ifadeyle ilk doğan kadınların kendisinden sonra doğan kız kardeşlerine göre % 29 daha şişman olduğu anlamına geliyor. (Bu oran aşırı şişmanlarda % 40 kadar ulaşıyor.)

Sonuç 

Araştırmanın sonuçları biryana şişmanlığı sadece direkt doğum sırasına bağlamak yanlış olur. Bu konuda çevre, genetik ve yeme alışkanlığı gibi faktörler de büyük bir rol oynamaktadır. Bu araştırma önce doğan kız kardeşin kilo almaya daha eğilimli olduğunu bilmesi açısından önem arz ediyor. Bu nedenle kız kardeşlerden önce doğanın bu durumu göz önünde bulundurarak erken önlem alması gerekiyor. (2)

Vücut kitle indeksi (VKİ)*: Vücut ağırlığının (kg), boy uzunluğunun metre cinsinden karesine bölünmesiyle hesaplanır. İdeal ağırlık ise ulaşılmak istenen VKİ’nin, boy uzunluğunun karesi ile çarpılmasıyla elde edilir. (Wikipedia)

Mehmet Saltürk

++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltuerk
Institute for Genetics
University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++
 
Kaynak
 
  1. Birth order and conservatism: A multilevel test of Sulloway’s “Born to rebel” thesis
  2. First-borns have greater BMI and are more likely to be overweight or obese: a study of sibling pairs among 26 812 Swedish women

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

En iyi uyku pozisyonu yan yatarak uyumak

Bir çok kişinin uyurken yan tarafa yatması belkide bir tesadüf değil

Yapılan araştırmalar uykunun psikolojik ve fizyolojik sağlığımızda önemli rol oynadığını gösteriyor. Bu konuda gerek fareler gerekse insanlarlayapılan çalışmalar eksik veya düzensiz uykunun uzun vadede kanser, diyabet, kalp-damar, karaciğer hastalıkları ve bilinç bozuklukları gibi ciddi sağlık sorunlarına sebep olduğunu gösteriyor.

Fareler ile yapılan bir araştırma ise en dinlendirici uyku pozisyonunun yan yatarak uyuma pozisyonu olduğunu gösterdi.

Beyin yıkama

Beyin yıkama konusunun daha iyi anlaşılması için beyindeki atık maddelerin uzaklaştırılmasında görev alan iki önemli sistemlerden kısaca bahsetmek gerekiyor.

  1. Lenfatik sistem: İnsan vücudunda moleküler atıkların atılmasından sorumlu koruyucu bir sistemdir. Bu sistem ayaklardan başlar ve kafada kan-beyin bariyerine çok yakın bir noktada sonlanır. Lenfatik sistem beyne giremediği için beyindeki atık maddelerin atılmasında çok fazla etkili rol oynayamaz.
  2. Glymphatic Sistem: 2000’li yılların başında beyindeki atık maddelerin uzaklaştırılmasından sorumlu olan ve glial hücrelerden oluşan Glymphatic Sistem adı verilen ikinci bir sistemin daha var olduğu keşfedildi. Bu sistemde bulunan hücrelerin uyku esnasında 10 kat daha fazla aktif hale geçerek beyindeki moleküler çöplerin % 95’ni uyku esnasında attığı tespit edildi.

Gece uykuda ne oluyor11034.full_Seite_09

Gündüz metabolik faaliyetler sonucunda beyinde oluşan moleküler çöpler gece uyku esnasında glial hücrelerin hacimlerini % 60 küçülterek kanalların sıklaşmasına ve buna bağlı olarak da daha fazla atık maddenin beyinden dışarıya atılmasına sebep oluyor. Beyin yıkanması olarak adlandırılan bu sürecin sonunda sabahleyin yataktan dinlenmiş olarak kalkıyoruz.

En dinlendirici uyku yan yatarak uyuma

Stony Brook Üniversitesi tarafından yapılan araştırmada kanlarına kontrast madde verilerek çeşitli pozisyonlarda uyutulan farelerin yapılan beyin MRT’si çekimlerinde beyin yıkama için en uygun pozisyonun yan yatarak uyuma pozisyonu olduğu bulundu.

Yan yatarak uyurken beyinde neler oluyor

Yan yatarak uyuma pozisyonunda glial hücreler hacimlerini daha fazla küçülterek Glymphatic Sistemdeki kanalların daha fazla açılmasına sebep oluyor. Bu durum ise beyinden daha fazla atık maddenin daha hızlı bir şekilde atılarak daha dinlendirici bir uykunun gerçekleşmesine sebep oluyor.

Ayrıca araştırmada alzheimer’a sebep olan Beta-Amiloid ve Tau-Proteinlerinin fazlası da yan yatarak uyuma pozisyonunda daha etkili bir şekilde dışarıya atıldığı tespit edildi.

Mehmet Saltuerk

++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

The Effect of Body Posture on Brain Glymphatic Transport

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Düşük dozda Resveratrol bağırsak kanserine karşı daha etkili.

Resveratrol, kırmızı şarap, üzüm ve kırmızı renkli meyvelerde bulunan Antibakteriyel* ve Antifungal** etkileri olan organik bir bileşendir. Science Translational Medicine dergisinde yayınlanan bir araştırma,  düşük dozda alınan resveratrolün yüksek dozda alınandan daha etkili olduğunu gösteriyor.

Bu amaçla yapılan araştırmada düşük doz resveratrol ile tedavi edilen bağırsak kanserli farelerin  tümör oranının yüksek dozla tedavi edilen farelere göre yüzde 40 azaldığı görüldü.

Araştırmada kullanılan metot

Düşük ve yüksek doz resveratrolün etkisinin araştırılması amacıyla bağırsak kanseri olan fareler iki gruba ayrıldı.

  1. Gruptaki farelerin yiyecek ve içeceklerine bir bardak şaraptaki miktara denk gelecek şekilde resveratrol karıştırıldı
  2. Gruptaki farelerin yiyecek ve içeceklerine birinci grupta bulunan farelere verilen resveratrolden 200 kat daha fazla Resveratrol kondu.

Ayrıca her iki gruptaki fareler de kendi içinde çok yağlı ve az yağlı gıdalarla beslenmek üzere iki alt gruba ayrıldı.

Şaşırtıcı sonuç

 En iyi etki düşük doz resveratrol ve yağlı yiyecekler verilen farelerde görüldü.

Yüksek yağlı yiyecek ile düşük doz resveratrol verilen farelerde, kontrol grubundaki farelere göre yüzde 40 daha az bağırsak kanseri tümörü görüldü. Leicester Üniversitesi‘nden Karen Brown konu ile ilgili yaptığı açıklamada, “Sonuçlar her ne kadar yüksek doz resveratrol verilen farelerin sağlık durumunda dörtte birlik bir iyileşme görülsede, düşük doz resveratrolün tedavide şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde daha etkili olduğunu elde ettik” dedi.

Düşük doz resveratrolün tedavide başarısının sebebi henüz tam olarak bilinmese de, resveratrolün dokularda tümörleri yok eden bir enzimi aktive ettiği keşfedildi bile.

Resveratrolün yağlı gıdalar ile beslenen farelerde neden daha etkili olduğu sorusuna ise spekülatif olmakla beraber araştırmacılar bunun yağlı gıdaların tümör oluşumunu teşvik etmesi ile ilgili olduğunu düşünüyorlar !!! Bu bağlamda düşük resveratrolün şişman ve diyabetli kanser hastalarında daha etkili olabileceği düşünülebilir.

Her ne kadar bir etken maddenin dozu ile etkisinin ayarlanması oldukça zor bir konu olsa da insan bağırsak mukozası ile yapılan bir araştırma, düşük doz resveratrolün yüksek doza göre daha etkili olduğunu gösteriyor.

Science Translational Medicine dergisinde yayınlanan makalede, düşük resveratrolün insanda tedavi amaçlı kullanılıp kullanılmayacağı eğer kullanılacaksa hangi dozun optimal doz olacağı yapılacak klinik deneyler sonucunda ortaya çıkacağı belirtiliyor.

  • Antibakteriyel* : Bakterilerin gelişmesine engel olan veya onları öldüren.
  • Antifungal** : Mantarlar enfeksiyonlarında kullanılan farmakolojik ajanlardır.

Mehmet Saltuerk

++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++

Kaynaklar

Cancer chemoprevention: Evidence of a nonlinear dose response for the protective effects of resveratrol in humans and mice

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Spor yapmak için 7 neden

1. Spor mutlu ediyor

Spordan sonra neden kendimizi daha iyi hissederiz: Spor esnasında, örneğin koşu yaparken endorfin ve serotonin adında iki hormonunun salgısında belirgin bir artış olur. Koşu nedeniyle kaslarda oluşan fiziksel yorgunluğu gidermeye yarayan bu artışın aynı zamanda insan psikolojisinde de olumlu etkileri vardır. Untitled-1

Spor yapan kişi kendini daha mutlu hisseder: Spor, aslında kişinin kendisine karşı vermiş olduğu mücadelede zoru başarmasıdır ve bu başarı kişinin özgüvenin artmasına sebep olur. Sonuçta bu fiziksel ve psikolojik başarı beyinde ödül olarak algılanır ve böylece spor yapan kişi mutlu olur.

2. Spor yağ yakıyor

10 dakika koşu yapmak, fitness salonunda 10 dakika spor yapmaktan daha fazla yağ yakıyor. 45 dakika üzerindeki koşularda ise vücut gerekli olan enerjiyi vücutta depolanmış olan yağlardan karşılar.

Haftada 3-4 kez 60 ila 90 dakika arası koşu yapmak vücudun yaklaşık 2000 kalori yakmasına sebep olur. Eğer bu koşu aç karnına yapılırsa, vücutta şeker ve karbonhidrat gibi kolay yakılan enerji kaynağı olmayacağı için vücut enerji ihtiyacını direkt yağları yakarak karşılar. Ayrıca spordan sonra özellikle su ve şekersiz çay içmek yağların yakılmasını daha da hızlandırır.

3. Spor tansiyonu düşürüyor

Koşu sırasında kalp daha hızlı çalışır ve buna bağlı olarak kan basıncı artar. Bu durum her ne kadar bir çelişki gibi görünse de vücudumuzdaki düzenleyici mekanizmalar sayesinde sağlık açısından hiçbir tehlike oluşmaz. Koşudan sonra tansiyon tekrar normal bir seviyeye döner ve hatta bazen gün boyu düşük seviyede kalır.

Uzun yıllar düzenli spor yapanların kalpleri normalden daha büyük ve kalp kasları daha güçlüdür. Büyük kalp daha yavaş çalışır ama buna karşın daha fazla kan pompalar ve bu yüzden sporcuların kalbi daha az yorulur. Sporcuların nabız ve tansiyonlarının düşük olmasının sebebi kalplerinin büyük ama yavaş çalışmasından kaynaklanır.

4. Spor kasları güçlendiriyor

Kas hücreleri, yağ yakma bakımından vücuttaki diğer hücrelere göre daha hızlı bir metabolizmaya sahiptir. Bu yüzden vücudun en fazla enerji tüketen hücreleri kas hücreleridir. Kas hücreleri sadece spor esnasında yüksek kalori tüketmekle kalmaz aynı zamanda spor dışı zamanlarda da yüksek kalori tüketirler bu yüzden kas hücrelerinin kalori gereksinimleri oldukça yüksektir.

Herhangi bir fitness programına başlayan kişinin bedeni zamanla değişmeye başlar. Hemen birkaç ay içinde belde belirgin bir incelme, kol ve bacak kaslarında büyüme ve gelişme gözlenir.

Spor dışı zamanlarda 1 kg kas, 1 kg yağa göre günde 25 kalori, ayda 750 kalori, yılda 9165 kalori olmak üzere daha fazla kalori yakar. Başka bir ifadeyle, 1 kg kas yılda 3 günlük kaloriyi fazladan tüketir.

Sporun kasları güçlendiren etkisini bir örnekle anlatalım: Vücut ağırlığı 75 kg olan iki kişiden birinde % 45 kas indeksi (kaslı kişi), diğerinde ise % 45 yağ indeksi (kassız kişi) olsun. Sporun etkisinden dolayı kaslı kişi kassız kişiye göre günde 780 kalori, yılda 287437 kalori daha fazla yakacak. Yani, vücutta sadece kaslar hesaba katıldığında, % 45 kas indeksine sahip kişinin kasları tek başına yılda 95 günlük kaloriyi tüketmekte.

5. Spor kan şekerini düşürüyor

Ailesinde diyabet hastalığı bulunanlar riskli grubundadırlar. Bu kişilerin, koruyucu önlem olarak, koşu ve düzenli kas egzersizleri yapması muhtemel diyabet riskini büyük oranda düşürmektedir. Çünkü spora başlar başlamaz vücut enerjisini en kolay karşılayacağı kaynağa başvurur ki, bu da kandaki şekerdir. Kan şekerini en iyi düşüren spor faaliyetlerinden biri de haftada en az üç kez 45 dakika tempolu koşudur. Bunun dışında düzenli kas egzersizleri de diyabet riskini % 25-35 oranında düşürmektedir.

6. Spor sırt ve bel ağrılarını gideriyor

Hareketsiz yaşam tarzı kasların en büyük düşmanıdır oysa iskelet kasları bize ömür boyu lazımdır ve onlara fit tutmak zorundayız.

İşi gereği masa başında oturmak zorunda olan büro çalışanları ve hareketsiz bir yaşamı tercih edenlerde, yani tembellik yapanlarda bel ve sırt ağrıları kaçınılmazdır. Bel ve sırt kaslarının güçlendirmenin en iyi yolu ise spor yapmaktır. Bu konuda en ideal spor yüzme yada su dolu havuzda yürümektir. Bu tür sporlar en ufak ve en derinlerdeki kasların uyarılarak çalışmalarını sağlar.

Ayrıca evde de bel ve kasları güçlendirecek egzersizler uygulanabilir. Örneğin Airex-Kissen denilen hafif-sert bir sünger üzerinde dengede kalmaya çalışarak yapılan egzersizler bel ve sırt kaslarını güçlendirmede etkilidir. Eğer evde Airex-Kissen denilen sünger yoksa çok yumuşak bir top ya da katlanmış bir havlu üzerinde de bu egzersizler yapılabilir.

7. Spor kalp ve kan dolaşım sistemini güçlendiriyor

Spor sırasında vücutta kan ve oksijen gereksinimi artar. Hiç spor yapmamış olupta ilk defa koşuya çıkanlarda vücuda yeterli miktarda kan pompalanamadığı için kişi özellikle nefes alıp vermekte güçlük çeker. Bu durum normaldir kardiove vücut bir sonraki koşu için hazırlıklara başlamıştır. Zira vücut ilk egzersizden hemen sonra kaslara glikojen* depolamaya başlar. İlerleyen gün ve aylarda spor esnasında daha rahat nefes alınmaya ve kalp vücuda daha rahat kan pompalamaya başlar.

Sporun yedi ana başlıkta ruha ve bedene olan tüm bu pozitif etkileri spor bittikten sonrada devam eder.

Glikojen*: Glikojen, karbonhidratların polisakkaritler grubundan doğal organik bileşiktir. Her glikojen molekülü, birbirine bağlı yüzlerce glikoz molekülünden oluşan karmaşık bir yapıdadır. Vikipedi

Teşekkür: Bu makaleyi hazırlarken gerek bilimsel gerekse moderasyon aşamada bana büyük yardımı dokunan Düsseldorf Heinrich-Heine Üniversitesi Patoloji bölümünden arkadaşım Biyolog Dr Ercan Çalışkan’a çok teşekkürler

Unbenannt-2

Mehmet Saltuerk

++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Diyabete bağlı görme bozukluğu tedavisinde umut

Şeker hastalığı, kontrol edilmediği takdirde vücudun tüm organlarına zararUntitled-3 veren tehlikeli bir hastalıktır. Bu zarardan en fazla etkilenen organlardan biri de gözlerdir. Yüksek şeker gözün retina (ağ tabakası) adı verilen kısmında bulunan kılcal damarları tahrip ederek kanamalara neden olur ve bu kanamalar zamanla retinanın ışığa duyarlı hücrelerini tahrip ederek diyabetik retinopati denilen görme kaybına hatta ilerleyen safhalarda körlüğe kadar varan ciddi problemlere sebep olur. Yaklaşık her on diyabet hastasının dokuzunda zamana bağlı olarak diyabetik retinopati belirtileri görülmektedir.

Klasik tedavi yöntemleri hastalığın ilerlemesini yavaşlatıyor

2015 li yılların başına kadar diyabetik retinopati nin ilerlemesini yavaşlatabilmek için uygulanan metotlar arasında ilaçlı tedavi ve cerrahi müdahaleler bulunmaktaydı. Ancak uygulanan bu metotların başarısı sınırlıydı. Hastalık bu tür tedavilere  rağmen yavaşta olsa ilerlemeye devam ediyordu.

Lazer tedavisi de uygulanan yöntemlerden bir başkasıdır ama bu tedavinin de optimal bir tedavi olduğu söylenemez zira tedavi sonrası hastada görme alanı daralması ve gece görüşü zayıflaması gibi kısıtlayıcı yan etkiler görülür. Başka bir tedavi metodu ise retinada tahrip olmuş damarların gelişimini engellemeye yönelik müdahalelerdi.

Yukarıdaki uygulamalarda olduğu gibi bu son iki metotda de hastalığın sadece ilerlemesi yavaşlatılabiliyor ama hastalığı tamamen durduramıyor.

Sebep bulundu

Diyabetik retinopati’de önemli bir bilinmeyen çözüldü. PNAS dergisinin 26 Mayıs 2015 tarihli sayısında yayınlanan bir araştırmada, diyabet hastalarında, yüksek şekere bağlı görme kaybının ve körlüğün muhtemelen VEGF* ve Angiopoietin-like4** adında iki proteinin sorumlu olduğunu gösteriyor.

Metot

Baltimore Johns Hopkins Tıp Fakültesi’nden Sodhi Akrit öncülüğünde yapılan bu çalışmada hastalığın neden durdurulamadığı sorusuna cevap arandı ve bu amaçla üç farklı gruptan göz sıvısı alınarak inceleme yapıldı.

Göz sıvısı alınan gruplar şöylereti

  • Sağlıklı kişiler
  • Diyabetik retinopati olmayan şeker hastaları
  • Diyabetik retinopati olan ama aynı zamanda şeker hastası olan kişiler

Yapılan analizler, üç grupta kan damarlarının gelişiminden sorumlu olan VEGF adında bir proteinin varlığını gösterdi. Her ne kadar çıkan sonuçlar diyabetik retinopati olan şeker hastalarında genel olarak VEGF miktarının diğer gruplara göre daha fazla olduğunu gösterse de bazı diyabetik retinopati olan şeker hastaları istisnai olarak VEGF miktarının sağlıklı deneklerdekinden bile daha az olduğu tespit edildi.

VEGF diyabetik retinopati’de önemli bir faktör ama tek faktör değil

Bazı şeker hastalarında VEGF miktarı oldukça az olmasına rağmen körlüğün devam ediyor olması, araştırmacıları diyabetik retinopati konusunda ikinci bir faktörün daha var olabileceği fikrine ulaştırdı. Bu amaçla, birinci araştırmanın devamı niteliğinde ikinci bir araştırmaya daha başlandı ve bu araştırmada da damarların gelişiminde rol oynayan tıpkı VEGF ptoteini gibi Angiopoietin-like 4[2] ikinci bir protein daha bulundu.

Sonuç ve tedavide yeni strateji

Diyabetik retinopati’de rol oynayan bu tür biyomoleküllerin fonksiyonlarının anlaşılması diyabete bağlı görme bozukluğu ve körlük tedavisinin önemli bir adım olabilir. Zira göz sıvısında bulunan bu iki protein bloke edilerek aşırı derecede seyreden biyolojik faaliyetler kontrol altına alınabilir ve başarılı bir tedavi gerçekleşebilir. Bu gelişmeler ışığında, geliştirilecek yeni ilaçlar diyabetik retinopati nin ilerlemesini durdurabilir hatta bu sayede yüksek şekere bağlı körlüğün önüne geçilebilir.

  • VEGF* (Vasküler Endotelyal Büyüme Faktörü): 6. kromozom üzerinde bulunan 1239 baz çifti uzunluğundaki VEGF geni tarafından sentezlenen bir proteindir. Görevi embriyonik gelişim sırasında yeni kan damarlarını oluşturmaktır. Damar hasarları sonrası yeni damarların oluşmasını sağlar.
  • Angiopoietin-like 4**: 19. kromozom üzerinde bulunan 1221 baz çifti uzunluğundaki ANGPTL4 geni tarafından sentezlenen bir proteindir, damar oluşumu sırasında yağ metabolizmasının düzenlenmesinde rol oynar.

Teşekkür: Bu makaleyi hazırlamamda bana büyük yardımı dokunan Düsseldorf Heinrich-Heine Üniversitesi Patoloji bölümünden arkadaşım Biyolog Dr Ercan Çalışkan’a çok teşekkürler.

VEGF geninin genetik haritası

VEGFA

Teşekkür: Bu makaleyi hazırlamamda bana büyük yardımı dokunan Düsseldorf Heinrich-Heine Universitesi Patoloji bölümünden arkadaşım Biyolog Dr Ercan Çalışkan’a çok teşekkürler.

Mehmet Saltuerk

++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Angiopoietin-like 4 is a potent angiogenic factor and a novel therapeutic target for patients with proliferative diabetic retinopathy

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Sigaranın zararları bilinenden daha fazla

Dünya Sağlık Örgütünün verilerine göre dünyada her yıl yaklaşık 4 milyon kişi sigaradan log.sigkaynaklanan hastalıklar nedeniyle hayatını kaybediyor.

Sigaranın sebep olduğu hastalıkların listesinde akciğer kanseri, yemek borusu kanseri, gırtlak kanseri, pankreas kanseri, böbrek kanseri, rahim kanseri, ağız içi kanseri, mide kanseri, prostat kanseri, lösemi, kalp krizi, damar tıkanıklığı, kangren, astım, bronşit gibi daha birçok hastalık ön sıralarda yer alıyor. Sigaranın zararları bununla da kalmıyor. Yapılan yeni araştırmalar bu listeye hergün yenilerini ekliyor.

Böbrek yetmezliği ve enfeksiyon

12 şubat 2015 tarihinde New England Journal of Medicine dergisinde yayınlanan bir makalede sigaranın şimdiye kadar hiç bilinmeyen bir zararının daha keşfedildiği anlatılıyor.

2000 – 2011 yılları arasında 55 yaş üzeri yaklaşık 1 milyon kişinin dosyası incelenerek yapılan araştırma böbrek yetmezliği ve enfeksiyonlardan ölümlerin sigara içenlerde %17 daha fazla olduğunu gösteriyor.

Araştırmadan çıkan sonuçlarfig1

Sigara, kalp damar hastalıkları ve kanser gibi bilinen rahatsızlıklardan tamamen bağımsız olarak böbrek yetmezliği riskini 1,7 – 2,3 ölümcül enfeksiyonlara yakalanma riskini 2 – 2,7 kat daha fazla artırıyor.

***

Herşey çok geç olmadan sigarayı bırakın 

Dünyada her yıl yaklaşık 6 milyon kişi sigaranın sebep olduğu hastalıklar nedeniyle hayatını kaybediyor. Hükümetlerin ve sivil toplum kuruluşlarının bu konuda yapmış olduğu çalışmalar maalesef sigara içen nüfusun gerilemesinde pek etkili olamıyor. Eğer böyle giderse 2030 lu yıllarda sigaradan kaynaklanan ölümlerin yılda 8-10 milyon civarında olacağı tahmin ediliyor.

Sigaranın vücuda vermiş olduğu tahribatın izleri ancak sigara bırakıldıktan 15 yıl sonra tamamıyla silinebiliyor. Bu yüzden sigara ne kadar erken bırakılırsa o kadar iyi. (Ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz)

Mehmet Saltuerk

++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Smoking and Mortality — Beyond Established Causes

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Kendi doğum gününde ölümler tesadüf mü ?

Zürih üniversitesinin yapmış olduğu bir araştırma kendi doğum gününde ölümlerin sanılanın aksine happybhiç de az olmadığını gösteriyor. Ölen 2 milyon insanın dosyalarının incelenmesi ile yapılan bu araştırma doğum günündeki ölümlerin herhangi bir günde ölümlerden % 14 daha fazla olduğunu gösteriyor.

Yapılan araştırmada kalp krizi, beyin kanaması, intihar ve kaza gibi ölüm nedenleri değerlendirmeye alınmış olup, kadınlarda 60 yaşından sonra bu oranın daha fazla olduğu belirtiliyor.

Araştırmadan çıkan sonuçlar

  • Kalp krizinden ölme oranı diğer günlere göre % 18,6 daha fazla.
  • Kadınlarda beyin kanamasından ölme oranları diğer günlere göre % 21,5 daha fazla.
  • Erkeklerin intihardan ölme oranı diğer günlere göre % 35 daha fazla.
  • Erkeklerin ölümcül kazalardan ölüm oranı diğer günlere göre % 29 daha fazla.

İhtiyarlarda doğum gününü görüp ondan sonra ölme isteği ve doğum günü partisinin getirdiği stresin sebep olduğu tahmin ediliyor.

Mehmet Saltuerk

++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Death has a preference for birthdays—an analysis of death time series

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

Öksürük şurubunun diyabete olumlu etkisi

Kullandığımız birçok ilâcın az veya çok yan etkisinin olduğunu biliriz. Bu konudaki yaygın inanış bu etkinin olumsuz olduğu yönündedir ki, bu bir bakıma doğrudur da.11072264_10153063584127211_19822660_n

Kullandığımız bazı ilaçların kullanım amacı dışında diğer hastalıklara iyi gelebilen olumlu yan etkilerinin olduğu zaman zaman yapılan araştırmalarla ortaya çıkarılmaktadır. Bu olumlu yan etkiler kimi zaman laboratuvar aşamasında, kimi zaman klinik aşamada, kimi zaman da ilaç piyasaya çıktıktan yıllar sonra yapılan araştırmalarla ortaya çıkabilmektedir.

Bu konuda oldukça fazla örnek bulunmaktadır

Örneğin, şu anda piyasada erektil disfonksiyon için kullanılan viagranın başlangıçta yüksek tansiyon için kullanılması düşünülürken klinik aşamasında yan etkisinin ereksiyona sebep olduğunun görülmesi ile ilâcın piyasaya cinsel gücü arttırıcı olarak sürülmesine sebep oldu.

Bunun dışında bir başka örnek de Aspirin. Tüm dünyada milyonlarca insanın ağrı kesici olarak kullandığı bu ilâcın yıllar sonra kan inceltici özelliğinin keşfedilmesi ile pıhtılaşma bozukluklarında da tedavi amaçlı kullanılmasına sebep oldu.

Bu konuda birçok örnek araştırma bulunmakta ve bu araştırmalardan biri de 10 Şubat 2015 tarihli Nature Medicine dergisinde yayınlanan araştırmadır. Bu araştırma, öksürük ilaçlarının yan etkisinin diyabet tedavisinden büyük umutlar vaad olabileceğini gösteriyor.

Dergideki araştırmaya geçmeden önce konunun daha iyi anlaşılması açısından insülin üretimi ile diyabet arasındaki ilişkiye kısaca değinmekte fayda var.

İnsülinin görevi nedir, yokluğunda ne gibi tehlikeler ortaya çıkarNature glukos (1)

İnsülin, pankreastaki beta hücreleri tarafından üretilen ve şeker metabolizması için gerekli olan bir hormondur.İnsülin yokluğunda kan şekeri düzeyi yükselerek tehlikeli boyutlara ulaşır. Kan şekerinin vücutta uzun yıllar yüksek seyretmesi ise başta damarlar olmak üzere birçok organa zarar verir. Diyabet hastalarında insülin hormonu üretimi yeterli seviyede olmadığı için hastaların kan şekeri sürekli yüksek seviyelerde seyreder.

Diyabet Tip 1 ve diyabet tip 2 nin sebepleri farklı olsada her ikisinde de kan şekeri yükselir

  • Diyabet Tip 1:  Otoimmün bir hastalıktır. Bağışıklık sisteminde görev yapan bazı özel hücreler (antikorlar) pankreasta bulunan beta-hücrelerine saldırarak onların iltihaplanmasına ve yok olmasına sebep olur.
  • Diyabet Tip 2: Çeşitli nedenlerden kaynaklanabilir. Genellikle ya beta hücrelerinin faaliyeti sınırlı olduğu ya da insülin reseptörlerinin insülin hormonuna karşı zayıf tepki vermesinden kaynaklanır.

Öksürük şurubunun diyabete olumlu etkisi

Düsseldorf/Heinrich Heine Üniversitesinden Eckhard Lammert ve ekibinin yapmış olduğu bir araştırma birçok öksürük şurubu ve pastilde etken madde olarak kullanılan Dekstrometorfan adındaki bir aktif maddesinin diyabet 2 hastalarında kan şekeri seviyesini olumlu yönde etkilediğini gösteriyor.

Eckhard Lammert ve ekibi bu araştırma ile dekstrometorfan’ın pankreasta beta hücrelerinin üzerinde bulunan NMDA reseptörlerinin tarafından bloke edilerek uyarıldığını ve buna bağlı olarak insülin üretimini teşvik ettiğini ve aynı zamanda dekstrometorfanın diyabete bağlı beta hücre ölümlerini engellediğini buldular.

Beta Hücrelerinin uyarılması ne anlama geliyor? : Beta hücreleri, yukarıda da kısaca belirtildiği gibi pankreasta bulunan ve insülin üreten özelleşmiş hücrelerdir. Dekstrometorfan tarafından uyarılan beta hücreleri insülin üretimini tetikleyerek kanda insülinin artmasına sebep oluyor. Kandaki insülinin artması ile birlikte şekerin hücrelere taşınması başlliyor ve buna bağlı olarak kandaki şeker konsantrasyonu düşüyor.

Eğer kanda insülin yoksa kandaki şeker hücrelere taşınamaz ve sonuçta Hiperglisemi’nin (yüksek şeker) başlaması kaçınılmaz olur.

Uyarı

Makalede, dekstrometorfan’ın her ne kadar yapılan testlerde fareler ve insanlarda kan şekerini başarılı bir şekilde düşürdüğü tespit edilse de araştırmanın daha geniş çaplı yapılmaya ihtiyacının olduğu belirtiliyor. Uzmanlar şekeri düşürmek amacıyla kontrolsüz bir şekilde öksürük şurubu tüketilmemesini önemle vurgulanıyor.

NMDA reseptör

Mehmet Saltuerk

++++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++++

Kaynak

Characterization of pancreatic NMDA receptors as possible drug targets for diabetes treatment

Bu blogdaki makaleler bir başka yayın organında kaynak gösterilmeden yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kullanılamaz.